30 Haziran 2009 Salı

Çoban ve Matematik

İki koyun güdebilen bir çoban olmanın önemi vurgulanmıştı seçim meydanlarında. Eee tabii çobandan beklenecek matematik bu kadar olur ; teğet ile keseni birbirine karıştırır. Başımıza ne zaman çoban seçmeyi bırakırsak belki o zaman milli gelirimiz 3 yıl geriye gitmeden hesap kitapa başlanabilir!

27 Haziran 2009 Cumartesi

SGK Gerçekten Birleşti mi?

Sosyal Güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması ve emeklilik uygulamalarının en üst standartda birleşmesi gerçekten çok önemli idi.Ama çıkan SGK yasası ve SGK bunu gerçekleştirdi mi?

Kocaman bir HAYIR! 3 kurumun; SSK,Emekli Sandığı ve Bağkur birleşen SGK web sitesinde bile sorguları ayrı ayrı yapılıyor. Sistem sizin emekli sandığı primleriniz ile SSK primlerinizi bile otomatik olarak birleştiremiyor. Emeklilik koşulları ve maaşları arasındaki ciddi farklar sürmekte. Yani tam şark işi, göstermelik bir üst kurum söz konusu.

Babamın vefatı nedeniyle yapılan cenaze nakil masraflarını nasıl alacağımız hakkında geçen hafta önce Emekli Sandığı'na oradan SGK'nın eski SSK binasına gönderildim. Orada neredeyse beni bir dövmedikleri kaldı. "Git Emekli Sandığından al.Burada SSK dışındakilere bakmıyoruz." diyen görevliye onlar buraya gönderdi deyince "Git o gönderene o ödesin paranı." diye fırça yedim. Nasıl böyle konuştuklarını sorunca ses daha da yükseldi. Velhasıl 4 adres dolaştıktan sonra bana yapılması gerekeni anlatan bir görevli bulamadım. Daha sonra tanıdıklar aracılığı ile uygulamayı öğrendim. Meğer ölüm yardımı olarak ödeme yapılacakmış.

Her binası ayrı kurumlara bakan, hiç bir çalışanının bir üst kurum oldukları bilincinde olmadığı , çalışanlara, vatandaşa hizmet yerine fırçalamayı hak sayan bir kurumdan başka ne beklenir ki? Bari bunu başarı diye bize yutturmayın.

19 Haziran 2009 Cuma

Babamı Kaybettik

Benim babam emekli bir subaydı. Zaman zaman askeri kamplarda annemle babama kısa süreli eşlik ederdim. Geçen hafta Cuma günü başlayan kampa birlikte gittik. O gün çok güzel geçti hepimiz için. Babam "Cennet gibi bir yer. İyi ki gelmişiz." demişti. Cumartesi sabaha karşı saat dörtde kalp yetmezliği sonucu öksürmeye başladı. Gerek bizim, gerekse yetişen kamp doktorunun çabaları sonuç vermedi ve ilçe hastanesine götürülürken yolda ,annemin omuzunda sonsuz uykuya daldı babam. Pazar günü memleketde toprağa verdik babamı. Sevenleri her yerden gelerek cenazeye katıldı.

Babam 1931 doğumludur. Dedem memleketimizde ilk yeni türkçe öğreten öğretmenlerdendir. Askerlerin pek kitaba ve okumaya düşkün olmadığı o yıllarda babam maaşının önemli bir bölümünü kitaplara ayırıyordu. Bana, abime ve erkek kardeşime okuma sevgisi babamdan geçmiştir. Son ana kadar okumayı sürdürdü. Kampa babam için getirdiğim "Çivisi Çıkmış Dünya" kitabına başlamıştı. Ölümünden sonra baktığımda 30 sayfa okuduğunu gördüm.

55 yıldır evli olduğu annemi çok sever ve onsuz yapamazdı. Ona şiirler yazar, çiçekler alırdı.

Şair yanı çok güçlü olam babam yüzlerce şiire imza atmıştı. Çok sevdiği bacanağının ardından yazdığı bir şiiri aşağıya alıyorum. (HANİ)
"
Hani düğüne gidecektik İzmir'e gençlerin şenliğine
Bir sevgi çemberinde olacaktık birlikte
Hani Dikili'ye gidecektik kurban bayramında
Bülbül seslerini dinleyecektik sabah uyandığımızda

Bahçede çimenler, güller arasında
Hani yazlık yaptırdığın Kepez de
Çamlar arasında Antalya sıcağında memleket davalarını çözecektik bir arada
Akşamları ayın tepsi gibi göründüğü balkonda içkimizi içecektik mehtapta

Hani briç oynayacaktık birbirinden iyi briççiler arasında
Sözünden dönmezdin sen ama ne girdi aramıza
Bizden usandında mı gittin o geri dönülmez diyara
Sensiz yaşamak zindan gibi geliyor insana
"

Briç oyununa merakı ileri safhada idi. Arkadaşı ile birlikte hazırladığı ama yayınlayamadığı bir briç kitabı var babamın. Son 6 yılda internet üzerinden briç oynuyordu. Masasında bulduğum notlardan Vietnamlı oyuncu Long Toni ile bile oynadığını anlıyorum. Briç sırasında oyunla ilgili chatleşmek için İngilizce terimler öğrenmeye, onları kaydetmeye başlamıştı. Her seferinde daha sistematik hazırladığı 3 defter vardı. 4. defteri de hazırlamış ama daha başlayamamış.

Babam son 12 yıldır kalbinde Anevrizma taşıyordu. Her ana patlamaya hazır bir bombayı vücudunun içinde taşıyan bir insan. Buna karşın hiç bir zaman hayatdan kopmadı; her zaman bizlere doğru, dürüst , aydın, sorgulayan bir tavır öğütledi. Son zamanlarda ki uygulamalar onu çok çok üzüyordu. Blog sayfama zaman zaman bırkatığı isimsiz yorumlar benim bu konudaki duygu ve görüşlerimi paylaştığını gösteriyor.

Nur içinde yatsın. Anneme, kardeşlerime , yakınlarımıza baş sağlığı diliyorum.

11 Haziran 2009 Perşembe

Cinayet Çağrı Merkezi

"Cinayet Çağrı Merkezini Aradığınız için teşekkür ederiz. Keyfimizin kalitesini artırmak için bu çağrıyı kaydedip bütün gazetelerde yayınlayacağız.
Annenizi öldürdüyseniz 1'e,
Babanızı öldürdüyseniz 2'ye,
Hem anne,hem babanızı öldürdüyseniz 3'e,
Karınızı öldürdüyseniz 4'e,
Kocanızı öldürdüyseniz 5'e,
Tüm ailenizi öldürdüyseniz 6'ya,
Arkadaşınızı öldürdüyseniz 7'ye,
Kendinizi öldürdüyseniz 8'e,
Cinayet hakkında belgesel yazdıysanız 9'a,
Yakalanmamak istiyorsunuz gerekli işlemler için lütfen 0'a basınız!"

8 Haziran 2009 Pazartesi

Araç Muayenesinde Sahtekarlık

Bugün öğle arasında tek başıma yemeğe gittim. Yan masadaki konuşma ilgimi çekti. Kelli felli iki adam konuşuyordu.

Adamın birinin bir araç muayene istasyonu sahibi/yöneticisi olduğu anlaşılıyordu. Bir tür dalavereyi nasıl tezgahladıkları anlatılıyordu. Buna göre araç bir şekilde muayeneye geliyor ama ruhsata damga basılmıyor. Hatta bilgisayar sistemine bile girilmiyor. Ama satış sırasında muayene kaydı gerekirse vergi dairesinden kayıt çıkarılabiliyor. Bunu nasıl oturtuklarını, ballandıra ballandıra arkadaşına anlatıyordu.

Yapılanın ne getirdiğini anlamadım. Ama daha yeni getirilen araç muayene istasyonları ile ilgili bir yasanın açıklarını bulmak için uğraşan bir işveren anlayışı ülkemizdeki iş ahlaksızlığının ne denli yaygın olduğunu bir kere daha gösterdi bana.

4 Haziran 2009 Perşembe

OKUDUĞUM SON 2 KİTAP

1) Buket UZUNER/İki Yeşil Susamuru/Everest

Sevdiğim yazar Buket Uzuner'in bu kitabını yeni okudum. Bir genç kızın babası , babasının sevgilisi ve onunla ilişkisi, kendi sevgilileri ile ilişkisi; bir genç erkeğin annesi ile ilişkileri, annesinin ondan beklentileri çok güzel bir anlatımla romana konu oluyor.

"Eğitimimizi, zihniyetimizi değiştirmeliyiz. Hareket eden, eylemci, ama sahip olmadan başaran, başarısıyla gururlanmayan, bundan avantaj sağlamayan, kendini üstün insan saymayan insan tipi yetiştirmeliyiz!"

" ... aramızda yalnızca ikimizin görebildiği incecik bir duygu seli oluşmuştu. Sanırım ben de duygulanmıştım. Ona sarılmak istediğimi sanıyorum. Ama bunun yerine en sert sesimle, "Bu görüşünüze katılmıyorum, dokunmadan da sevmek olasıdır." dediğimi duyarak, irkildim."

"Okulun en güzel kızı değildim. En zekisi, en çalışkanı da olmadım hiç. Ama güzeldim, çalışkandım ve zekiydim. Bunlardan çok dozda birine sahip olmak yerine, üçünden uygun miktarda yan yana bulundurmak bir kadına nasıl yakışır, şimdi görebiliyorum."

"Demek ki, o sıralar hala bir kadınla bir erkeğin aralarındaki ilişkiyi ancak kendilerinin yaşatabileceklerini, dostların, akraba ve hatta çocukların bu konuda hiç bir şey yapamayacağını bilmiyormuşum."

"Yaşam güçtür, evet yaşam güçtür. Ama bir kez bu gerçeği içtenlikle anlar ve kabul edersek, yaşam artık güç gelmeyecektir bize, çünkü bir kez kabullenen gerçek, artık sorun olmaktan çıkar."

"İşte bu noktada erkeklerin güçlü, dayanıklı ve sağlıklı zırhlarının, kadınlar karşısında nasıl bir beceriksizlik, saflık ve cahillikle düştüğünü anlatmak istedim."

"Ben, o iğne deliğine sıkıştım kaldım. Bedenim geçti, gelişti, bir kadın oldu ama, beynim hala bir çocuk beyni."

2) Amin Maalouf/Çivisi Çıkmış Dünya -Uygarlıklarımız Tükendiğinde-/YKY

Romanlarını severek okuduğum yazarın dünya sorunları üzerine bir denemesi. Soğuk savaş sonrası tek kutuplu dünya, Arap dünyası ve İslam'ın sorunlar üzerinde etkisi, Batı-Doğu çelişkileri, ulusların başarıları ve onurları gibi konular son derece güncel olaylardan çıkarak ele alınıyor. Değerlendirmelerine büyük olçüde katılsam da, benim çözüm önerilerim ile onunkiler ancak kısmen örtüşüyor. Yakın tarihi anlamak için de önemli bir eser.

"Birilerinin söyleminde etik bir kaygı ya da evrensel değerlere bir gönderme arıyoruz ama boşuna; ötekilerin söyleminde de, tamam bu kaygılar, bu göndermeler var, ama seçilerek ve sürekli bir siyasetin hizmetinde saptırılarak kullanılıyor."

"... Yakında üç ya da dört milyar insan, kişi başına, Avrupalı'lar ya da Japonlar kadar - Amerika'lılardan söz etmiyorum bile- tüketime başlarsa, doğal olarak hem ekolojik hem de ekonomik alanda büyük kargaşalar yaşanacaktır. ..."

"Manevi üstünlük konusunda da bir aşınma söz konusu; bu da oldukça çelişkili bir durum, çünkü Batı modelinin artık bir rakibi yok ve Avrupa ya da Kuzey Amerika tarzı yaşam sadece Varşova'da ya da Manila'da değil, Tahran'da, Moskova'da, Kahire'de, Şaghay'da, Madras'ta,Havana'da ve daha bir çok yerde, hiç olmadığı kadar revaçta; gelgelelim, "merkez" ile "merkez-dışı" arasında gerçek bir güven sorunu bulunmakta."

"... Cemaatçilik yurttaşlık düşüncesinin bile yadsınmasıdır ve böyle bir temel üstüne uygar bir sistem inşa edilemez. ..."

"... Herkesin derdi dengeli bir dil oluşturmak değil. Farklı şeylere kulak vermelerine genellikle dil engel oluyor; ama bütün uluslarda çok yaygın olan ve yalnızca küçücük bir azınlığın "başkaları"nın ne dediğini öğrenmek istemesine yol açana bir ruh hali de var; pek çok insan, kulağına hoş gelen düşüncelerle yetiniyor."

"Bu değişimi daha yakından incelemek için, onun kökenlerini ve işleyişlerini anlamaya çalışmak için, bu ölümcül labirentte el yordamıyla bir çıkış bulabilmek için "fener" görevi görebilecek kavram, meşruiyet kavramıdır."

"Bu ender raslanan tutum -söylemek istediğim, hem yenilmez olarak ün salmış düşmanlarına direnme gözüpekliğini sergilemesi, hem de bu savaşımdan galip çıkması- onun meşruiyet kazanmasına yol açmıştır. ..... Azimle işe koyulur. Osmanlı hanedanına son verir, halifeliği kaldırır, din ile devlet işlerini birbirinden ayırır, sıkı bir laik sistem kurar, halkından Avruplaşamasını ister .....
Halkı da onu izlemiştir. Çok da şikayet etmeden, gelenekleri ve inanılları altüst etmesine izin vermiştir? Neden? Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır. Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir. ..."

"... Bölgedeki askeri başarılarına karşın, kesin bir siyasal bozgun yaşamaışlardı. İki Avrupa'lı güç, hala dünya çapında imparatorluklara sahiplermiş gibi davrandığından, yıkıcı bir tokat yemişti. ..."

"... Bütün dünya Saddam Hüseyin'e karşı güç birliğine giderken Haşimi iktidarı onun yanında yer aldı. Saddam Hüseyin'in kazanmasını mı istiyordu? Kesinlikle hayır. Yoksa Iraklıların zafere ulaşabileceklerine mi inanıyordu? Hiç, ilgisi yok. Kral, sadece, Ortadoğu tarihinin bu çok önemli dönemecinde, halkıyla birlikte yanılmayı, halkına karşı çıkmaya yağlemişti."

"Bugün ihtiyaç duyduğumuz şeyse bambaşka bir şey. Eski meşruiyetlerden kurtulmamız gerekiyorsa, onlardan "daha üst düzey"e çıkmalıyız, yoksa kurtulacağız diye onlardan "daha aşağı düzeye" inmemeliyiz; çeşitliliğimizi, çevremizi, kaynaklarımızı, bilgilerimizi, araçlarımızı, güçlerimizi, denegelerimizi, başka bir deyişler ortak yaşamımızı ve hayatta kalma yetimizi şimdiye dek yaptığımızdan daha iyi yönetebilmemizi sağlayacak bir değer ölçeği oluşturmalıyız; yoksa her türlü değer ölçeğini dışlamaya yönelmemeliyiz."

"Bir ülke çökerken, her zaman oradan başka bir ülkeye göç etmeyi deneyebilir insan; buna karşılık, bütün dünya tehdit altındaysa, gidecek başka yer kalmaz."

"Dünya çapındaki cemaatçi bir gelişimin tehdidi altındaki zamanımızda, kadınlar ile erkeklerin dinsel topluluklarına "zincirlenmesi" sorunları çözeceğine daha da ciddileştiriyor. Buna karşın, Avrupa'daki birçok ülkenin göçmenlerin dinsel bir temel üstünde örgütlenmelerini teşvik ederek ve cemaatçi muhatapların ortaya çıkmasını sağlayarak yaptığı sadece bu."

"... Onurumuzu kaybetmeden çağdaş dünyayla bütünleşebilmemiz için geçmişimizden neye sahip çıkmalı, neyi dışlamalıyız?"

2 Haziran 2009 Salı

Çift Bordro

Geçen gün Habertürk TV'de Ali Tezel'in programını seyrediyordum. Programa soru soran bir okutman "Bir Vakıf Üniversitesinde çalışıyorum. Net ücret belirleniyor ve biri resmi , biri gayri-resmi iki bordro uygulanıyor. Resmi net maaşımız bankaya yatıyor. Fark elden ödeniyor. Bunun bana zararı olur mu?" diye sordu. Ali Tezel'de bazı sakıncalar olmakla birlikte işten çıkarılmamak için şimdilik ses çıkarmamasını tavsiye etti.

Bu konu ülkenin kanayan yaralarından biri. Kayıtdışı ekonominin bir parçası. Çalışanlardan kesilen yüksek vergi buna mazeret sayılsa da bu göz yumulmaması gereken bir durumdur. Öncelikle her halde en "eğitimli" olan bir üniversite yönetiminin bu tür bir davranışını kınıyorum. Sonra bunun bir mali portresine bakalım. Diyelim resmi net maaşı 1.500 TL. ve gayri resmi net maaş 4.000 TL. olsun bu öğretim üyelerinin. Aradaki fark ayda 2.500, yılda 30.000 TL. eder. 200 bu düzeyde çalışan olsun. Yılda 6.000.000 TL. -altı trilyon eski lira- eder.

Peki bu rakam sadece basit bir vergi kaçırma mıdır? Hayır aynı zamanda SGK'nın prim kaybıdır. Bununla kalır mı? Bu rakamı kapatmak için naylon veya abartılı faturalar aldığından eminim bu değerli vakıf üniversitesinin. Mesela abartılı tadilatlar, kabarık temizleme taşeron faturaları. Bu faturaları kesen şirketler tamamen naylon değilse onlar da başkalarından naylon, abartılı fatura alıyorlardır mutlaka. Bu duruma KAYIT DIŞI SARMALI diyoruz.

Vakıf üniversitelerinin bir çoğunun İstanbul'da olduğu düşünülürse, İstanbul Defterdarı ve SGK İl müdürü bu programı ihbar kabul etmeli ve tümünü inceleme altına almalıdır. Eğer halkdan yana bir yönetim sergileyecekseniz IMF, mayınlı arazi kiralama dışında da bir çok kaynak bulunur. İstenirse!