22 Aralık 2012 Cumartesi

AKP'nin Belediye Zihniyeti Sınıfta Kaldı

Perşembe günü İstanbul'da yaşanan rezaleti biraz anlatayım. Sabah altı gibi yola çıktığımda Sarıyer'de müthiş bir rüzgar ve hafif bir tipi vardı. Yollarda hiç bir tuzlama, kazıma aracı veya belediye faaliyeti yoktu. Kar bütün gün yağdı. Akşam beşte yola çıktığımda genelde daha yumuşak olan sahil yoluna yöneldim. Ne İstinye bayırında, ne de sahil yolunda, hiç bir yerde, hiç bir çalışma görmedim. 12 saat geçmiş ama milyarlarca dolar değerinde ekipman ve kamera yatırımı yapmış , AKOM kurmuş AKP'li belediye, Karayolları, kameralarda kaza yapan araçları, yolda kalan insanları seyredip sıcak koltuklarında kıllarını kıpırdatma gereği duymadan oturuyorlardı. O gün çok zorlukla ve gerçekten ciddi risklerle 4.5 saatte evime geldim.

Haberlerde Topbaş'ı dinleyince pes artık dedim. Yok kar yağışını Cuma günü bekliyorlarmış da, yok hava aniden soğumuş da. Bunları saat altıda yolda çalışma olmamasını açıklasa bile, bu araçlar eğer tuz almak için Tuz gölüne, Mazot almak için Arabistan'a gitmiyorsa her kar yağışında en geç saat sekizde ortalık harıl harıl çalışmalara sahne olmalıydı.

Bir araştırın İstanbul belediyesinin karla ilgili mücadele olanakları bir çok küçük ülkeden fazladır. Ama önemli olan halkın paralarını harman savurup araç almak değil halka hizmeti gerçekten hedefleyen, samimi ve insani bir anlayışa sahip olmaktır. Organizasyon yeteneğidir.

Bir kez daha sınıfta kalan AKP'li belediyelere verilecek ders yakındır.

9 Aralık 2012 Pazar

Yitik Etik

Etik anlayıştan en uzak olduğumuz bu günlerde etik siyaset yasası çıkarılıyormuş. Neymiş bir seferinde 12.000 TL hediye almak etik sayılacakmış parlamenterler için. Yılda toplam 12.000 TL. bile çok fazla ama belki anlaşılabilir. Ama her seferinde bu rakam bu yasa ile etik değil rüşvete kılıf getirilmeye çalışıldığını gösteriyor. Nasıl adaletin ayaklar altına alındığı bu dönem en çok yargı paketi çıktıysa etik yasa da aynı hesap!

1 Aralık 2012 Cumartesi

BM Güvenlik Konseyi

Blog yazılarıma BM hakkında bir yazı ile başlamıştım. Pek yetkisi olmasa da BM Genel Kurulu Filistin'i gözlemci üye statüsüne aldı. Tayyip Erdoğan tarafından da sıklıkla eleştirilen Güvenlik Konseyi 2. dünya savaşı gerçeklerini yansıtmaktadır.

BM Güvenlik konseyi yeniden düzenlenmelidir. Bu konuda somut önerim var. Konsey hiç birinin veto yetkisi olmayan 21 üyeden oluşmalı ve üyeler her 2 yılda bir aşağıda belirteceğim kurala göre belirlenmelidir.

En yüksek milli gelire sahip 8 üye olmalıdır. 2011 verileri ile bunlar ABD,Çin,Japonya,Almanya,Fransa,İngiltere,Brezilya ve Rusya.

Bunlar dışında kalan en yüksek nüfuslu 8 ülke konseyin üyesi olmalıdır. Bunlar Hindistan, Endonezya, Pakistan, Bengaldeş, Nijerya, Meksika,Filipinler ve Vietnam.

Son olarak bunların dışında kalan insani gelişmişlik endeksi en yüksek 5 ülke üye olmalıdır. Bunlar Norveç, Avustralya, Hollanda, Yeni Zelanda ve Kanada.

Bu 21 üye kararları en az 11 üyenin oyu, 21 üyenin toplam nüfusunun yarısını aşkın üyenin oyu ve yine 21 ülkenin toplam milli gelirinin yarısından fazlası oyu ile alabilirler.

Bu durumda örneğin Filistin'in tam üyeliği kararı rahatlıkla alınabilirdi. Böyle bir konsey gelişmiş ve diğer ülkeler arasında daha adil ve dengeli bir karar mekanizması oluşturacaktır.

Eğer gerçekten yeni güvenlik konseyi isteniyorsa bu öneri çerçevesinde örneğin Hindistan, Çin, Endonezya, Pakistan ve Meksika ile birlikte harekete geçip bu yönde düzenlemeler yapılmazsa BM'den ayrılarak ayrı bir organizasyona gidileceği net bir ültimatoma bağlanabilir.

6 Kasım 2012 Salı

3. Havaalanı

Terkos gölü civarına İstanbul'un 3. hava alanı yapılması AKP anlayışının ne kadar çarpık olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Dün Kadir Topbaş Atatürk Hava limanının kapatılabileceği ihtimali üzerinde de durdu. Alışveriş merkezi yapılabilirmiş örneğin. Çöllerden çok bahsedildiği bugünlerde bu eğriliğin neresini düzelteyim.

Öncelikle İstanbul'un son nefes alma noktaları olan Kuzey ormanlarını yok edecek 3. köprü ve ona bağlanacak son temiz su havzasını da mahvedecek 3. Hava Alanı. Bu İstanbul'a tam bir ihanettir. Daha köprü yapılmadan Zekeriyaköy ve civarlarının betonlaşma hızı çok çok arttı. Bu İstanbul'da hiç boşluk kalmasın ve yaşanamaz bir yer haline gelsin anlayışıdır.

Peki TAV'a 2021'e kadar taahhütle verilen Atatürk Hava Limanı 1. alan olmaktan çıkarsa bu firma oluşan zararı tazmin istemeyecek mi devletten? Ayrıca 2021 yılında da çok iyi fiyatla işletme hakkı ihale edilebilirdi. Bu AKP'nin büyük sermayeye bile verdiği sözleri tutmayan bir parti olduğunu göstermez mi?

Peki şu anda Atatürk Hava Limanına metro gidiyor. Bu metro Taksim ile de bağlanacak ve entegre hale gelecek. Hatta Haliç üzerinde çok tartışılan köprü bile bu amaçla yapılıyor. Yeni alana bu bağlantıları yapmak ne kadar zaman sürecek? Ya da bu bağlantılar planlanırken Atatürk Hava Limanının AVM olacağı mı hesabıyla yapılmıştı?

3. alana karşı değilim yerine ve plansızlığa, savrulan vergilerimize karşıyım.

Önerim Taksim trafiğini yer altına alacaklarına E5 trafiğini Hava Alanı bölgesinde yer altına alıp Sefaköy'de ciddi kamulaştırmalar yaparak alanın kapasitesini artırmak. Radisson Sas Hotel'de hava alanı içinde kalan otel haline dönebilir. 3. alanı ise mevcut alana metro ile bağlı bir bölgede yapılmasıdır.

4 Kasım 2012 Pazar

Açlık Grevleri

F tipi cezaevlerini engellemeye dönük ölüm oruçları ile bugün yapılan açlık grevleri arasında ciddi farklar var. O gün mahküm ve tutuklular kendilerine dayatılan insanlık dışı koşulları protesto ediyorlardı. Bugünkü grevde ise cezaevleri ile ilgili bir istek yok. Bu durumda açlık grevini destekleyen BDP'nin dışarıdaki üyelerinin yapması gerekli bu orucu. BDP bu oruçların durdurulması için çaba göstermelidir; eğer gerçekten o insanları düşünüyorlarsa.

Öcalan ile kesinleşen cezası sonrası yıllarca avukatları görüştü ve PKK bu görüşmelerle yönetildi. Buna yıllarca göz yumup şimdi avukatlarla görüştürmem, zaten halkımız idam geri gelsin diyenlerin olaya insani ve vicdani olarak bakmadıkları ortada. Önemli olan Öcalan'ı avukatları ile görüştürmemek değil, görüşmenin terör örgütü yönetimi haline gelmesini engellemektir. Devlet'in gücü burada gösterilmelidir.

Bir de halen Kürt sorunu diye sorun yoktur diyenler, BDP'lilerin dokunulmazlıklarını kaldırmaktan söz edenler var. Onlar da yangına benzinle gitmektedir.

Herkesi sağ duyuya çağırıyorum.

21 Ekim 2012 Pazar

OKUDUĞUM SON 2 KİTAP

1) Bir Dönem İki Kadın/Oya Baydar-Melek Ulagay/Can

1970'ler, 1980'ler, sol politik mücadelede iki kadın, darbeler ve işkenceler dönemine içeriden bir bakış. Bu dönemlerde bir şekilde sol politik mücadelenin içinde yer almışsanız bu anılar sizin de anılarınızı çağrıştıracak.

"Burnumu sürtmek, cezalandırmak isteği var. Bu işlere kalkışmış ama ne de olsa burjuva kızı, görsün bakalım, tavrı. Sınıf düşmanı kavramı üzerine inşa edilen bir düşünce sisteminden ne bekleyebilirsin?"

"Şu haline bak, seni gören korkar. Sevdiklerini kaybetmek acıdır; ama burada her gün onlarca genç ölüyor. Ben ölüme karşı direniyorum, yaşamı savunuyorum. Yaşam sürüyor, sen de yaşıyorsun ve yaşayacaksın. Bunu kafandan çıkarma. Şimdi git yüzünü gözünü düzelt, saçlarını tara, adama benze, sonra gel, sana ihtiyacım var. ..."

"İllegal hareketlerin, o türden partilerin yapısı, melketen şeytan yaratmaya elverişlidir. İnsanın içindeki kötülük tohumları iktidar mücadelesi içinde ve gizlilik koşullarında daha kolay filizlenir ve boy atar. Hepimiz,sen de, ben de kendi deneyimlerimizden biliriz: Belirli, dar bir ortamda,hele de düşmanla çevrelendiğin duygusu içindeysen içinde yaşadığın ortamın parçası olursun ve her şeyi orada edindiğin gözlükle görmeye başlarsın. ..."

2) Timsahların Sarı Gözleri/Katherine Pancol/Pegasus

550 sayfayı aşan bu roman kolayca okunuyor. Karı koca, aile ilişkileri, kardeşler arası ilişkiler, şirketler ve çalışma hayatından sahneler, serüven, medya hepsi bu romanda var.

"Josephine zamanı durdurmak, bu mutluluk anını ele geçirip şişeye kapatmak isterdi. Mutluluk, diye düşündü, küçük şeylerden ibaret. Daima büyük harfli beklenir, ama bize cılız bacakları ile gelir, biz farkına varmadan da burnumuzun dibinden geçip gidebilir...."

"Eskiden bütün bunlar beni heyecanlandırırdı, büyülerdi, senin sevgi dolu yukardan bakışını bir aşk güvencesi kabul ederdim, ama görüyorsun, Iris, artık seninle sıkılıyorum, sıkılıyorum çünkü bu güzellik yalanlara dayanıyor...."

"Sürekli üç kişi yaşamak nasıl bir şeydir bilemezsiniz, John. Üstelik bir hortlakla! Çünkü idealleştiriyordu! Kusursuz bir olmuştu : Yakışıklı, zeki, ünlü, zengin, çapkın, büyüleyici ..."

"Birtakım şeyler zor olduğu için onları yapmaya cesaret edemiyor değiliz, cesaret edemediğimiz için bize zor geliyorlar."

13 Ekim 2012 Cumartesi

Ordan Burdan

Adaletin olmadığı ülkede Küresel Adalet forumu düzenlenmiş. Keşke forumla adalet olsa!

Şam'da öğlen çayı içermişiz! İçeceğiniz çaydaki Mehmetçik kanı, Arap kanı boğazınızda durmasın dikkat!

Kapalı oylamada fire verilmiş! Demek ki gerçek demokrasi için tüm oylamalar kapalı olmalı!

18 Yaşa seçilme hakkı için Anayasa değişikliği yapılacakmış. Yeni Anayasayı bekleyemezmi idi? Çok mu acelemiz var? Bu AKP'nin klasik gündem değiştirme oyunudur. Seçim barajını kaldırsana acelen varsa!

İmam hatip ortaokulları boş kalmış! Nasıl olsa tüm okullar imam hatip oldu 4+4+4 kanunu ile. Vatandaş bunu anladı demek ki!

Ağlamak bile yasak ileri demokrasimizde. İşkence yapmalıyız deseydi bu kadar saldırılmazdı bu müdüre!

6 Ekim 2012 Cumartesi

Savaşa Hayır!

Suriye için çıkarılan "savaş" teskeresinin kullanımı hiç düşünülmemelidir.

Bugünlerde yok Suriye ordusu, Türk ordusu karşılaştırmaları, yok girsek bir gün de alırız lafları ortalığı çınlatıyor. Sen kendi toprağında ki yıllardır sayısı resmi makamlarca üç bin olarak açıklanıp hiç geçmeyen teröristlerin saldırılarını engelle demezler mi?

Orada ölecek bir vatanadaşımız bile bu savaşa hayır demeye değmez mi? Suriye'ye girersek İran'ın, Rusya'nın bu işe karışmayacağını kim garanti edecek? Halkımıza en yüksek benzin satılarak, dolaylı vergilerle ödenen paralarla finanse edilecek bir savaş, yeni silahlarını denemek ya da silah stoklarını eritmek isteyen silah kartelleri dışında kimseyi mutlu etmeyecektir. Türkiye yıllarca Ortadoğu haklarından kopacaktır.

- Dünyanın en başarısız dışişleri bakanı derhal istifa etmelidir.
- Suriye'li sığınmacılardan kadın, çocuk ve yaşlılar ülke içinde kamplara alınmalı; terörist mi, çapulcu mu olduğu belirsiz silahlı sözde muhalifler ülkelerine dönme veya sınır dışı edilme için 3 gün süre verilmeli; Suriye sınırları kapatılarak, giriş çıkış denetim altına alınmalıdır.
- Barış isteyen herkesi sanki suçmuş gibi Alevilikle itham edenler yaptıklarından dolayı girecekleri seçimlerde dersini alacaklardır.
- Füze savunma sistemi üssü ve radarları derhal kapatılmalıdır.
- Muhaliflerin hiç bir toplantısına Türkiye ev sahipliği yapmamalıdır.

Savaş hakkında duyguları ise daha önceki yazılarımda Tevfik Fikret'den alıntıladığım şiir çok güzel anlatıyor. İsteyene tekrar, tekrar okumasını salık veririm.

23 Eylül 2012 Pazar

OKUDUĞUM SON 3 KİTAP

1) Adı Aylin/Ayşe Kulin/Everest

Ayşe Kulin gerçek bir yaşam öyküsünü anlatıyor. Aylin Radomisli Cates Türkiye'den çıkan, hayatı deli dolu yaşayan bir kadın. Son derece karizmatik bir kadının bile aşk hayatında ne gibi hatalar yapabileceğini de bir kez daha görüyoruz bu romanda.

"Ben boşuna nefes tüketmişim. Sen bari tüketme. Çünkü kimse karşısındakini dinlemiyor, insanlar doğrularını ve yanlışlarını kendileri bulmak zorundalar."

"Oysa doktorlar hastalarına sevgi vermek zorunda değildiler. Hatta sevgi vermemeliydiler. Hastalar tedavi olmak, yönlendirilmek, doğru yola sevk edilmek için gelirlerdi doktorlarına. Ama Aylin'e bunu anlatmak mümkün olmuyordu."

"Ben senin şamar oğlanın değilim" dedi Mişel, "İplerimi istediğin gibi çekebileceğini zannettin. Sana o kadar zaafım vardı ki, istemediğin zaman gideceğim, çağırdığında geri döneceğim sandın. Karısına ne kadar aşık olursa olsun, şerefli hiçbir erkek bunu yapamaz. Bu iş bitti."

"... Ölüm annemle beni yaklaştırmışmış. Hıh! Bizi hiç bir şey yaklaştırmadı. Ben onun en sönük, en silik kızıydım...."

"Oysa, Aylin hiçbir zaman "oynamamıştı". Ne iyi kadını, ne kötü kadını, prensesi, hippiyi, ne aşık kadını, şımarık kızı, koketi, fındıkçıyı, öğrenciyi, öğretmeni, ne doktoru, ne de anneyi... hiç oynamamıştı. Hep "olmuştu" o."

2) Paulo Colho/Veronika Ölmek İstiyor/CAN

Paulo Coelho normal kim, deli kim onu sorguluyor romanında. Bunu bilmek gerçekten de çok zor.

"İnsan bir kez akıl hastanesine girdi mi, delilik dünyasında var olan özgürlüğe alışıyor, hatta ona bağımlı hale geliyordu. Sorumluluk altına girmek, ekmeğini kazanmak için çalışıp çabalamak, sıkıcı, rutin günlük işler yapmak zorunda değildiniz burada. Sabahtan akşama dek bir tek reme bakmak ya da bir kağıdın üstüne saçma sapan çizgiler çizmekle oyalanabilirdiniz."

"İnsan neden kendi kendinden nefret eder?"
"Korkaklık belki de. Ya da hiç yakanı bırakmayan yanılmak korkusu, başkalarının senden beklediklerini gerçekleştirememek korkusu."

"Dünya çabalarımın değerini bilmeyecektir" dedi kendi kendine. Anlaşılmamaktan gurur duyuyordu, çünkü tüm dahiler bu bedeli ödemişlerdi."

"Nerede benim ruhum?" diye sordu Mari. " Geçmişimde. Sürdürmeyi hayal ettiğim yaşamda. Ruhumu nerede bıraktım, biliyormusunuz? Güzel bir evim, iyi bir kocam ve işim olduğu ve bunlardan kurtulmak istediğim halde buna cesaret edemediğim yerde hapis bıraktım ruhumu."

3) Ayşe Kulin/Sevdalinka/Everest

Bosna katliamı üzerine okuduğum ikinci roman. 20. yüzyılın sonlarında, Avrupa'nın göbeğinde bu katliama göz yuman "medeniyet" ne kadar medeni, Avrupa değerleri nedir bir kez daha sorguluyoruz bu romandan sonra. Roman gerçek olaylar üstüne yapılan bir kurgu.

"Bu evde üç değişik görüş hüküm sürüyor, diye düşündü; çalışan kadınlara saygı duyan ama kendi karısını evde isteyen kocam, çalışan kadın fikrinden nefret eden annem ve ne istediğini bilmeyen ben!"

"Oysa altyapı temelleri, taa 89 Mayısın'daki Kosova olaylarından beri atılmaktaydı savaşın. Sırplar Miloseviç'in yönetimi altında adım adım emellerini uygularken, Boşnaklar uyumuşlardı."

"... Ölüm, Müslüman Boşnaklara kurtuluş gibi geliyordu. Ama ölümü kolaylaştırmıyordu Sırplar. Öldürmeden önce, onlara karılarının, kız kardeşlerinin ve annelerinin nasıl ırzlarına geçtiklerini anlatıyorlar, kadınların nasıl kıvrandığını, yalvardığını tarif ediyorlar, sonra daha da ileri boyutta bir manevi işkence tekniğini uyguluyorlardı...."

"Onu öldürdüler. Ensesinden kurşunlayıp öldürdüler ... bel kemiğini kırdılar... sonra da parampaça ettiler. Doğradılar ... doğradılar Stefan."

"Nimeta, kendini beş-altı yaşlarında olduğu gibi tamamen annesinin ellerine bıraktı bir on gün boyunca. O ne pişirdiyse yedi, ne dediyse yaptı. Ateşi o kadar yüksek ti ki hiçbir şeye itiraz edecek hali yoktu."

16 Eylül 2012 Pazar

Şeffaflık ve Demokrasi

Halkın ülkede olan biten her şeyden şeffaf olarak haberdar edilmesi demokrasilerin önemli kriterlerindendir. İleri denilen demokrasimizde ne kadar şeffaf olduğumuzu aşağıdaki başlıkları hatırlatarak sizin takdirinize bırakıyorum.

- Afyon'da olan patlamanın nedeni ve nasıl olduğu,
- Uludere'de kim, neden vur emri verdiği,
- Mavi Marmara'nın yolculuğunun nasıl planlandığı, AKP milletvekillerinin seyahata gitmekten neden vaz geçtiği,
- 3. köprünün güzergahının nasıl seçildiği ve ihalesi,
- Nükleer enerji anlaşmaları ve ülkeye gelen yükümlülükler,
- Doğalgaz anlaşmalarının koşulları ve neden iyileştirmeler yapılamadığı,
- Dolmabahçe'de yapılan mezara gidecek görüşme,
- 4+4+4'de neden bu kadar acele edildiği,
- Açılım sürecinin nasıl ve kimlerce planlandığı,
- İsrail ile olan Heron vb. anlaşmalar,
- Oslo görüşmelerinin sonuçları ve nasıl planlandığı.

Bunlara onlarca örnek verilebilir.

Bunlar hepsi şeffaf, benim kafam net diyorsanız size söyleyecek sözüm yok.
Şeffaflık da neymiş benim oyumla gelen herkes ileri demokrattır diyorsanız size de sözüm yok.

Sözüm bunları göre göre demokrasi var sanısında olanlaradır.

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Artan Terör ve Sorumluluklar

Çok uzatmayacağım. Artan terör olayları ve Gaziantep saldırısında iki konunun etkisi ne kadar onu soracağım.

Ergenekon diye yarı hayali bir örgüt uydurup bütün emniyet güçlerinin bununla uğraşmasının bir nolu öncelik haline getirilmesi ve bununla yetinilmeyip Balyoz diye orduda bir çok üst düzey subayın tutuklu olarak yıllarını cezaevinde geçirtilmesi.

Suriye'de Esad'ı devireceğiz deyip, ne idüğü belirsiz Suriyeli çapulculara sonsuz destek verilmesi ve sınırlarımızdan içeride El-Kaide teröristlerine göz yumulması.

Eğer benim gibi bu ikisinin artan terörde çok etkili olduğunu düşünüyorsanız sorumluların hesap vermesini de istemelisiniz!

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Hüseyin Aygün ve CHP

Hüseyin Aygün'ün kaçırılması ve ardından yaptığı açıklamalar yine kamuoyunu böldü.

Bir bakışla Aygün bir melek gibi barışcıl, kendini kaçıranlarla bile empati yapıyor ; diğer bakışla kendi kendini kaçırtacak kadar PKK propogandası yapan bir bölücü.

Ben de şaşkınlıkla izledim Aygün'ün açıklamalarını. En başta yapılanın net bir terör eylemi olduğunu, teröre karşı olduğunu söyleyerek başlasa idi açıklamalara belki daha az "yanlış" anlaşılırdı. Belki de bu anlaşılma onu rahatsız etmedi.

Kılıçdaroğlu Aygün'ü uyarmış açıklamlarına dikkat et diye. O da isterseniz istifa ederim demiş. Bence bu uyarı çok önceden Atatürk dönemi ve Dersim açıklamaları sırasında yapılmalıydı. Bu tartışmada açıkca Erdoğan'ın ve AKP'nin değirmenine su taşımış olmuşdu Aygün. İster bilerek isterse yanlışlıkla olsun.

Bu sözler, görüşler va açıklamalara saygı duyuyorum. Ama CHP milletvekili olmamalı ve bağımsız olarak siyaset yapmalıydı Aygün bu görüşlerde ise.

Halen Aygün'ün teröre karşı, PKK'dan bağımsız bir Kürt politikası için bağımsız olması anlamlı bir başlangıç olabilir diye düşünüyorum. Yoksa CHP seçmeni bu kadar kontrolsuz açıklamaları kaldıramaz. CHP hiç bir zaman BDP'nin yerine geçip Güneydoğu'da oy patlaması yapacağı hayallerini görmemeli Aygün ile.

Son olarak barışı ben de çok fazla arzuluyorum ama terörle barış olamayacağını da çok iyi biliyorum.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

OKUDUĞUM SON 4 KİTAP

1) Hıfzı Topuz/ELbet Sabah Olacaktır/Remzi Kitabevi

Tevfik Fikret'in yaşamını anlatan bu roman bana bir kez daha "tarih tekerrürden ibarettir" sözünü anımsattı. Abdülhamit dönemi, basın üzerinde baskılar. Derken dönem değişir ve İttihatçılar iktidardadır, ama muktedirlerin gazabı bitmemiştir.

"Hırsıma mağlup oldum, kültürü boğanların cellatlığını yaptım. Bir gün sırası düşerse pişman olduğumu yaz. AHrette ceza masasına 'Ben bunu haketmiştim', diye gidiyorum..." (Abdülhamit'in sansürcübaşı Hıfzı bey).

"Her zaman gazetelerde dehşet saçan katil suratlı sansür memurları ağızlarını bile açmadan geldikleri gibi gittiler. ... Eski jurnalciler şimdi de İttihatçılara yaranmak için jurnallerini onlara yollamaya başladılar. Giden ağam,gelen paşam!"

"Hemen yutun, düşünmeyin haramını,helalini...
Yiyin efendiler yiyin bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak.."

"Ey insanları yıllarca kutsal savaş sözleriyle
Alçakca geberten savaşçılar!
Ey uluslara önderlik edenler, hepinize lanet olsun!
Savaş felaketi milyonlarca insanı toprağa seriyor
Hepinizin ecdadına lanet olsun!
Torunlarınız alçaklık içinde boğulsun!"

Onun haksızlığa, yolsuzluğa ve savaşa karşı sonuna kadar direnen anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

2) Ahmet Ümit/ Sultanı Öldürmek/Everest

Sevdiğim yazar Ahmet Ümit'den Fatih dönemini ve İstanbul'Un fethini bir cinayet kurgusu içinde aktaran beşyüz küsur sayfalık romanını severek hızla bitirdim. Lise'de tarih derslerinden ve ezberlemekten nefret eden ben bu kitap ile Fatih ve fethi daha iyi anladım. Keşke ders kitabı yerine bu tarz romanlarla öğretilse tarih.

"Bu ülke hassas insanlardan geçilmiyordu. Bu hassas insanlar, her türlü değerlerimize yönelik saldırı ve hakaretlerden sık sık rahatsız olurlardı. Hepsinin de mutlaka bir kutsalı olurdu. Bu ülkede o kadar çok kutsal vardı ki, insanı insan yapan o sıradan değerlere pek yer kalmıyordu. .."

"Babası Varna'da Haçlıları yenilgiye uğratınca II. Mehmed'in padişahlığı tartışmalı hale gelmişti. Artık genç padişah, babasından çok daha mühim bir zafer kazanmak zorundaydı."

"Evet arkadaşlar, insanların kaderiyle savaşların kaderleri birbirine benzer.. Başınıza gelen berbat bir olay, belki de hayatınızın en büyük fırsatını sunacaktır size..."

3) Sibel Türker/Hayatı Sevme Hastalığı/Can

İlk defa okuduğum yazarın dili ve tarzı hoşuma gitti. Ankara'nın bildiğim yerlerinde geçiyor roman.

"Bu dünya hasta! İyileşmeyecek, sağaltılamaycak derecede hasta hem de. Çünkü büyümüşlerin dünyasında yolunda gitmeyen bir şeyler var. Kaderlerinin izinde yürürken bile bu yolun onları dipsiz bir uçuruma sürükleyeceği tahlikesi var. İnsanlar oturup yazgılarını düşündüklerinde çıldırırlar; iyi değildir bu. Fakat yazgıyı hiç düşünmediklerinde de birer aptal olup çıkarlar. ..."

"Ancak meşguliyetsiz insan bilebilir zamanın korkunçluğunu. İnsanlar zamanın akıp gittiğini ve bu akışın önünde hiçbir şeyin duramayacağını zannederler. Meşguliyetsiz biri içinse zaman donmuş, ağır bir kütledir ve tek eziyeti de budur. Yani taşınamaz ve çözülemez oluşu."

4) Amin Maalouf/Tanios Kayası/YKY

Özlemişim Amin'in romanlarını. Yine Mısır, Lübnan, 100 küsür yıl öncesi Ortadoğu.

"Bilge adamın sözü, aydınlıkta akan su gibidir. Ama insanoğlu her çağda, en karanlık mağaralardan fışkıran suyu içmeyi yeğlemiştir."

"Neredeyse çocuksu denebilecek aşklarının daha fazla gizli kalamayacağı yazılmıştı; katırcının dili bunda bir rol oynayamazdı."

"Eğer bir genelev patronunu görmeye gidiyorsam, bakireliğin meziyetleri üzerine söylev çekmesini dinlemek için değildir!"



29 Temmuz 2012 Pazar

Suriye

Suriye'nin karışmasına, gerekirse alevi-sunni ikiye bölünmesine pek aldırmayan dış işlerimiz iş üçe bölünmeye gelince ve Suriye Kürt bölgesinde AKP'nin pek de hakim olmamasına -doğal olarak- gelince kıyameti koparmakta.

Hani halkın ayaklanması idi Suriye'de olanlar. El Kaide iş başına gelirse veya Hamas seçilirse iş demokratik, halkçı başkası hakim olursa sessiz kalmayız, göz yummayız nutukları. Gerçi artık bu nutuklarınıza kimse rağbet etmiyor, içeride kanan son kitleler de uyanıyor ama neydi yapılan yanlışlar.

Dış işlerinin en önemli ilkesi "Ülkelerin iç işlerine karışılmaması.". Bizim dış işleri ne yaptı. İç işlerini buradan yönetmeye kalktı. Sınırdan geçişleri denetlemedi. Güya mülteci kamplarında hiç bir kontrol uygulamadı. Hababam sınıfında bile daha fazla disiplin vardı. Muhalif askerleri silahlandırdığı en ciddi kaynaklarca ifade ediliyor. Zaten muhalif generalleri Dış İşleri konutunda ağırlamak sadece acı kahve için değil di herhalde.

Aslan gibi kükrerken verilen elektriği bile kesemeyip, sınır kapılarını bile ancak Kürtler ele geçirince kapamayı akıl ederek yapılacak her tür hatayı yaptık.

Peki yarın bir komşu ülke Türkiye'deki muhalefeti, isyanı desteklerse ona diyecek ne sözünüz var. Söyledikleriniz kayda geçip suratınıza vurulmaycak mı?

Bu beceriksiz dış politika ve hükümeti ders vermek için önümüzde 3 seçim var. Bunu iyi kullanalım!

8 Temmuz 2012 Pazar

TOKİ'le

Seçim mitingi düzenlemek lazım
TOKİ'le
AKP'ye bayrak lazım
TOKİ'le

Gecekondu yıkılacak
TOKİ'le
Sınır karakolu yapılacak
TOKİ'le

Deprem konutu lazım
TOKİ'le
Orman arazisine el koy
TOKİ'le

Mühendislik de neymiş
TOKİ'le
Mimarlara ne lüzum var
TOKİ'le

Dere yatağına konut yapılacak
TOKİ'le
Sel götürür 12 canı
TOKİ'le

Bakan yaptın başarı saydın bunları
TOKİ'le
Bak git oğlum, senin de sonun göründü
İkile.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Kürt Sorunu

CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu sadece yöntem olarak önerdiği Kürt sorunu çözümü çalışmlarını yöntem çalışmıyor diye yarım bırakmamalı. Ok yaydan çıkmıştır artık.

Biraz da somut,ivedi öneriler getirmeli. Bunlar ne olabilir dersek

- Seçim barajı kaldırılmalı veya %3 seviyesine çekilmeli.
- Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılmalı.
- Tutukluluk süresi en fazla 2 yıl ile mutlak sınırlandırılmalı.
- Seçilmiş belediye başkanları ve milletvekilleri tutuksuz yargılanmalı. İçişleri bakanının görevden alma yetkisi kesinleşmiş mahkeme kararına bağlanmalı.

Bu dört öneri hayata geçirilirse sorunun çözümü yönünde önemli katkıda bulunacaktır.

Yönteme gelince MHP olmasa da AKP,CHP, BDP ve Akil adamlar kurulu çalışmaya başlamalı. Akil adamlar kuruluna Türk Milliyetçisi görüşleri temsilen de 3 kişinin katılması MHP'yi de çözüm sürecine çekebilir.

15 Haziran 2012 Cuma

OKUDUĞUM SON 2 KİTAP

1) Soner YALÇIN/Samizdat/Kırmızı Kedi

Silivri Mahkemeleri ve Ergenekon davasını merak ediyorsanız ve bu konuda mutlaka okumanız gereken bir kitap. Halkımızın günümüzdeki adalete güvensizliğine bu kitabı okuyup hak vermemek elde değil.

"Bunun adı düşman ceza hukukuydu. Teorisyeni İngiliz filozof Thomas Hobbes'tur. Bu yeni teoride ceza suçun karşılığı değildir; yani yurttaş ceza hukuku yok, düşman ceza hukuğu vardır. Bu cezanın amacı müstakbel eylemlerin önlenmesidir; yani suç işlemeden! Fill yokken ceza verilebilir... Şüphe, kanıtın yerini almıştır. En temel hukuk kuralı; "kuşkuya dayanılarak insan tutuklamak gayri insanidir." Bu anlayış rafa kaldırıldı artık. Evet, develetin o kutsal otoritesi için kişisel ve toplumsal özgürlükler yok ediliyordu. Amaç belliydi: Halk için yasa yapılmıyor, yasaya uygun halk oluşturuluyordu."

"Toplumu sürüleştrmenin yöntemi bu. Akıl tutulması bu. Ortaçağ bu. Cadı avları nasıl kolay yapıldı sanıyorsunuz? Bilimin toplumsal yaşamdan kovulmasıdır bunun nedeni. Şimdi bu tesbiti yaptım ya, "bakın belgeyi kabul etmemek için neler yazıyor", derler! İşte geldiğimz yer bu sığlıktır..."

"Darbe iddiaları üzerine yeni bir tutuklama dalgası başladı; 30 kişi daha sorgusuz cezaeveine kondu. Milli Kongre'nin başkanı Dr. Esat (Işık) gibi saygın ulusalcılar gece yarıları pijamaları, terlikleriyle evlerinden alındılar.
İttihat ve Terakki'nin tüm mallarına el konuldu.
Sonra sıra subaylara geldi. İngilizler savaş tutsaklarına eziyet ettikleri iddiasıyla 23 subayın hemen tutuklanmasını istedi.
Ordunun önde gelen isimleri tutuklanınca, İngilizler bu kez bazı kurumların da "darbeyi planladıklarını" gündeme getirdi. ..."

"Yani Ergenekon'un, terör örgütü kapsamına alınması için yakalanan kişiler, ele geçirilen silahlar yeterli değildi; şiddet içeren eylem gerekiyordu! Yani... Yanisi şu, Danıştay Suikastı Ergenekon'a bağlanınca, örgüt "terör örgütü" oluverdi!"

"Sorunun olmadığı bir dönemden geçiyoruz.
Soru yoksa hurafe var.
Soru yoksa peşin hüküm var.
Soru yoksa komplo teorisi var."

"İddianameye fazla söz etmeyeyim, kendi mesleğime eleştiri getireyim! Türk medyasında, olayları hep komplo teorileriyle açıklama kolaycılığı gelişti. Nereden çıktı bu komplo teorisi? Komplo teorileri, Amerikan-Farnsız devrimlerinin gücünden korkan gerici sınıfların icadıdır! Bu teoriler akla, dolayısıyla aydınlığa düşmanlığı yaşatmayı amaçladı. Her türlü metafizik saçmalık da bu düzenin ürünüydü. Dünden bugüne ne diyor bu komplo teorileri: Dünyayı/ülkemizi mevcut siyasi iktidara düşman siyasal bir gurup ele geçirecek! Kim bunlar: Devrimciler, jakobenler,solcular,ateistler, masonlar, Yahudiler, Ergenekoncular vs... Tarih boyunca bu komplo teorilerine inananlar hep cadı başlattı. Akla karşı "haçlı seferleri" düzenlendi."

"13 Ocak 1898'de L'Aurore gazetesinde yayımlanan bu mektup bir çığlıktı aslında:
Cumhurbaşkanı Sayın Felix Faure,
Bu iddianame hiçbir hukuksal değer taşımamaktadır. Bir insanın böylesine bir suçlama yazısı üzerine hüküm giymesi adaletsizliğin mucizesidir. Hiçbir namuslu insanın bu suçlamayı yüreği isyan etmeden okuyabileceğine inanmıyorum. ..."

"...Fakat bir süre sonra, hiç bir haber vermeden maaşımı da kesiverdiler. ... Demek 11 yıldır bünyesinde çalıştığım, 3 yıldır da yazarlığını yaptığım yayın gurubu korkuya bu derece boyun eğmişti. ..."

2)Ram Oren/Afrika Prensesi/GOA

Elmas madenleri, iki arkadaş arasında ihanet ve hırs, Afrika, İsrail ve İngiltre arasında geçen sürükleyici bir roman. Plajda okunabilecek cinsten.

"Kayıp madencilerin, felaketin haberini alıp köylerinden gelen eşlerin suratlarında ağır bir kaygı bulutu vardı."

"Ağır nefesiyle Keren'e yaklaştı ve kuvvetli elleriyle boğazını sıkmaya başladı. Keren soluk alamıyorsu ve ve vücudu ürperdi."

"Keren savaşta her bilginin değerli olduğunu biliyordu. Her yeni veri, güçlerin pozisyonunu, saldırı yönünü, tüm çatışmayı değiştirebilirdi. ..."


9 Haziran 2012 Cumartesi

1 Maddede Başkanlık Sistemi

Yok başkanlık olsun, yok partili olsun, yok yarı başkanlık olsun tartışılırken Anayasa'ya eklenecek tek bir madde ile "başkanlık" sistemi nasıl getirilir önermek istiyorum.

"Cumhurbaşkanı her istediği kamu kurumunun, her tür toplantısına katılıp oy kullanabilir. Kurumun oy hakkı olan üye sayısının %40'ının üste yuvarlanması ile hesaplanan rakam Cumhurbaşkanı'nın oyunun miktarını belirler."

Örneğin isterse meclise gelir, gensoruyu destekler oyu 220 sayılıp, muhalefetle hükümeti düşürür. İsterse mahkemeye katılır 3 hakimin oyunun yanında 2 (3*04=1.2 üste yuvarlanınca 2 oluyor) oy ile mahkemenin kararını etkiler. İsterse yüce divana katılır 17 üyenin yanında 7 üyelik oyu ile kararı belirler.

Bundan iyisi Şam'da kayısı.

Neden %51 oy hakkı yok diyorsanız en azından matematik olarak tersine karar alamadan "demokrasi" olur mu?

3 Haziran 2012 Pazar

İslamcı Elitlerin Partisi

AKP artık tamamen islamcı elitlerin partisi haline gelmiştir. İslamcı elitle neyi kastediyorum. Halkın dini duygularını kullanarak, duygu sömürüsü yaparak, halkın durumu kötüye giderken kendi kazancını katlayan, bir yandan halkı yoksul ve cahil bırakırken bir yandan eğitim seferberliğinden söz edebilen, tarihi eserleri mahveden restore çalışmalarını yapıp, yaptırıp tarihe saygıdan söz eden, Hermes çantaları koluna takıp benzini halkın vergileri ile ödenen Mercedeslerle gezerken halka biber gazını layık görüp, biber gazı öldürmüyor diyebileni kastediyorum.

Kürtaj yasağının en çok yoksul kadınların ölümüne yol açacağı ortada iken, nasıl olsa benim veya yakınımın başına gelirse atlar en iyi yurtdışı kliniğe gideriz rahatlığı ile kürtajı yasaklamayı düşünebilen elitlerden söz ediyorum.

Dün bu anayasa paketi ile iki sendikaya üye olabilecekseniz derken bugün sendika ile aylardır görüşme masasına oturmayan ve sonunda havacılık sektöründe grevi yasaklayanlardan söz ediyorum.

Sağlık sektöründe özel sektör oranını patlatan, doktoralara eşit döner sermaye payı yerine tüccara döndüren performansı getiren kendileri değilmiş gibi şimdi sezaryen'e karşı çıkanları kastediyorum.

Dün tecavüzden hafifletici nedenlerle çok cezalarla yırtanları hiç dile getirmezken bugün gafını kapamak için tecavüzcülerin ömür boyu hapse mahkum olmasını isteyenleri artık halkımız anlamalı.

4. hukuk reformu diye 7 genci gözünü kırpmadan öldürenleri affetmeyi savunanların kürtajı cinayet sayması ne derece inandırıcıdır?

Unutmayın karanlığın en yoğun olduğu bu anlar günün aydınlanmasının da en yakın olduğu zamandır.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Endişe

Bir ülke düşünün. Aşağıdakilerden hiç birinden endişeniz yok :

- Karakolda işkence göreceğinizden, bu sırada da güvenlik kameralarının kapalı olacağından,
- Yazdığınız bir yazı yüzünden cezaevinde 3-4 yıl tutuklu kalabileceğinizden,
- Halka hizmet diye yapılan köprü, otoyol gibi yapıların aslında iktidardakilerin rant patlaması amaçlı olduğundan,
- Eğitimle ilgili alınan temel kararların bile altında köşe dönme heveslerinin olduğundan,
- Bir gün dost olunan komşu ülke ile ertesi gün savaş noktasına gelinmesinin emperyalist talimatlardan kaynaklandığından,
- Bir yandan terör örgütlerinin liderleri ile pazarlık yapılabilirken diğer yandan her muhalifin terörist diye suçlanabileceğinden,
- Seçimlerin sonuçlarının merkezi yazılımlarla yapılan hilerle manipüle edildiğinden,
- Bakanların bile konuşmaktan korkmasından,
- Sizin ve binlerce insanın telefonunun dinlendiğinden ve bunların bir gün karşınıza çıkarılacağından,
- Ne kadar servetiniz olursa olsun hükümetin alacağı bir kararla bunun elinizden kayabileceğinden,
- Heykeller, resimler, kitaplar, oyunların suç sayılacağından,
- Halkın bilinçli olarak cahil bırakılırken eğitim seferberliğinden söz edilebileceğinden.

Eğer bunlardan hiç birinden endişe etmiyorsanız o ülkeye ne mutlu. O ülkede yaşıyorsanız size de ne mutlu.

20 Mayıs 2012 Pazar

OKUDUĞUM SON 5 KİTAP

1) Görünmez Kentler/Italo Calvino/YKY

Felsefe ve Edebiyat'ın iç içe girdiği bir roman. Marco Polo Kubilay'ı hayalindeki kentlere götürüyor.

"Bütün bu yolculuklar geçmişini yeniden yaşamak için mi?" diye sordu bu noktada Han. Şöyle de sorabilirdi aslında : "Bütün bu yolculuklar geleceğini yeniden bulmak için mi?"
"Şöyle cevap verdi Marco : "Başka yer, negatif bir ayrımdır. Yolcu sahip olduğu tenhayı tanır, sahip olmadığı ve olamayacağı kalabalığı keşfederek."

"Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?" diye sorar Kubilay Han.
"Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi," der Marco.

"Ben konuşur, konuşurum," der Marco, "ama beni dinleyen, duymak istediğini duyar yalnızca. ......... Anlatıya yön veren şey, ses değil kulaktır."

2) Gizli Anların Yolcusu/Ayşa Kulin/Sanem

Çok beğendiğim yazar Ayşe Kulin iki erkeğin ilişkilerini içeren biraz netameli bir konuda yazıyor bu kez.

"Akıl danıştığımız kişiler bize hep marjinal bir partiye bulaşmanın doğru olmadığı öğüdünü veriyorlardı. Çünkü normal bir zaman diliminde yaşamıyorduk. İktidar, hoşuna gitmeyen her kurumu ve kişiyi mahvetme usullerini çok iyi kullanıyor, kendi görüşlerine karşı olanları sindirmeyi büyük bir maharetle başarıyordu."

"İşte böylesine zor bir köşe kapmacaydı artık benim yaşamım, herkesin bir diğerini kolladığı ya da bir diğerinden kaçmaya çalıştığı. Sonunda her birimizin fena incineceğinin başından belli olduğu, kiminin gönüllü, kiminin gönülsüz oynadığı bir oyundu."

"Yaz sonlarında muhteşemdir İstanbul. Yazlıkçılar evlerine henüz dönmedikleri için şehir tenha, ağustosun son günleri de sonbahara rast geldiğinden sıcaklar kırılmış olur. Havalar limonata kıvamında, eylül mehtabı bakır tepsi gibiyken sahil balıkçılarında balığın ve rakının tadı bambaşka gelir insana. Bu nedenle yaz bekarları, okullar açılmadan, aileler çocuklarıyla şehre geri dönmeden mevsimin son günlerinin keyfini çıkarmaya bayılırlar."

3) Hayvan Çifliği/George Orwell/Can

Bu kitabı bu zamana kadar niye okumamışım diye cidden hayıflandım. George Orwell sosyalist bürokrasi ve gücün etkisini taşlıyor bu peri masalında.

"... Özellikle de koyunları etkilemeyi çok iyi biliyordu. Son zamanlarda yerli yersiz "Dört ayak iyi, iki ayak kötü!" diye melemeyi alışkanlık edinmiş koyunlar, toplantının sık sık kesilmesine yol açıyorlardı."

"Yoldaşlar, sakın önderliğin yan gelip keyif çatmak olduğunu sanmayaın. Tam tersine, önderlik, çok ağır bir sorumluluk yükler. ... Ama, yoldaşlar, bazen yanlış kararlar da alabilirsiniz, o zaman halimiz nice olur? ..."

"Koca Reis'in ilk ayaklanma çağrısını yaptığı o gece düşledikleri, bu şiddet ve kıyım olabilir miydi? ...Oysa, nedendir bilinmez, kimsenin düşüncesini açıklamaya cesaret edemediği, her yerde azgın, yabanıl köpeklerin hırlayarak kol gezdiği, yoldaşlarının korkunç suçları itiraf ettirildikten sonra paramparça edişini seyretmek zorunda kaldıkları bir toplum çıkmıştı ortaya.Ama aklından, ayaklanalım ya da başkaldıralım gibisinden düşünceler geçmiyordu. ..."

"Sizler aşağı kesimlerden hayvanlarımızla uğraşmak zorundasınız," dedi, "bizler de bizim aşağı sınıflardan insanlarımızla uğraşmak zorundayız!"

4) Kış Günlüğü/Paul Auster/Can

Paul Auster anılarını romanlaştırmış.

"..., ama bir süre sonra New York'u, New York'un büyüklüğünü ve kargaşasını özlediğini fark ettin, çünkü San Fransisco'yu daha iyi tanıdıkça sana daha ufak ve daha sıkıcı gelmeye başladı ve en ıssız yerlerde yaşamak hiç sorun yaratmamışken, bir şehirde yaşayacaksan büyük bir şehir, en büyük şehir olması gerektiğine karar verdin; ..."

"... Sonunda amcanın ne yaptığını fark edince iğrendin, bir insana,herhangi birine, ama özellikle de orada bulunması gerektiğini hissettiği için gelmiş olan bu adama öyle davranması seni dehşete düşürdü; o anda amcana söylemediğin için bugün hala öfkeleniyor, hala utanıyorsun."

" İkinci hikaye üniversitenin birinci sınıfına gittiğin kış başladı; bu sefer de seni hem isteyen tutarsız bir kıza gönlünü kaptırdın; kız senden ne kadar yüz çevirirse sen bir o kadar aşkla peşinden gidiyordun."

5) Piç/Hakan Günday/Doğan Kitap

Bu yazarın okuduğum ilk kitabı. Bundan sonra da pek okuyacağımı sanmıyorum. Kitapta bir tür başı boş, sorumsuz insanlar anlatılıyor. Yazar onlara nedense "Piç" diyor.

" 'Okşayan elleri ısıranlar, tekmeleyen ayakları öperler.'"

"Günümüz siyaseti hayvanlara göre düzenlenmiştir. Hayvanlarla iletişim kurmanın iki yolu vardır: kandırmak ve korkutmak. Bir piçi de kendisi dışında kimse kandıaramayacağı ya da korkutamayacağı için siyaset onlarla ilgilenmez."



9 Mayıs 2012 Çarşamba

Nereye Kemal Bey Nereye?

Kemal Kılıçdaroğlu akıl hocası kimse derhal değiştirmeli. Son zamanlarda bir hal oldu Kemal Beye. Kutlu Doğum haftalarına katılmalar, yurt dışı ziyaretlerde dini yetkililere öncelik vermeler, azınlık dini liderleri ile görüşmeler, genel kurmay başkanına fırça çekmeler. Bunlar size kimi hatırlatıyor. Tayyip beyi değil mi? Onu, AKP politikalarını taklit etmek CHP'ye oy kazandırır mı? Ne gezer! Dini kaygı ile oy veren bunun aslı varken kopyasına oy verir mi? Bırak takiyecilik AKP'de kalsın. CHP'ye yakışıyor mu?

Bir çıkış yapacaksan, tüzük kararına karşın çarşaf liste kullanmayan il, ilçe kongrelerine müdahele et. Bir çıkış yapacaksan partiyi mezhep tabanlı yönetmeye kalkanlara müdahele et.

Bu yaklaşımlarla CHP bir alternatif olmaktan hızla uzaklaşmakta. Artık yeni bir oluşumun zamanı geldi de geçiyor!

21 Nisan 2012 Cumartesi

Keşke

Hep merak ediyorum. Acaba şu keşkeler geçiyor mu akıllarından?

İlker Başbuğ ve Tutuklu General ve Amiraller : Keşke Özel Yetkili Mahkemelerin kalkması için biz de çaba gösterseydik!

Deniz Baykal : Keşke Tayyip Erdoğan'ın seçilmesini sağlayacak anayasa değişikiğine destek vermeseydik!

Devlet Bahçeli : Keşke paranoya yaşayıp erken seçime gitmeseydik!

Kemal Kılıçdaroğlu : Keşke milletvekillerimin tutukluluğu sona ermeden Anayasa Çalışmalarına katılmasaydık!

Arap Halkları : Keşke örnek olarak AKP Türkiye'sini düşünmeseydik!

AB yetkilileri : Keşke AKP'nin AB'ne girmekte samimi olmadığını daha erken anlasaydık!

Bunlara bir çok keşke eklenebilir.

Keşkelerinizin az olacağı yarınlar diliyorum.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Bu üç parti ile Anayasa Yapmak

Her tür hakaret, niyetini açıkça belirten yasalar, milletvekillerinin haksız yere tutuklu tutulmaya devam edilmesi CHP'yi Anayasa görüşmelerinden çekemedi. Bu yaklaşım, ileride Nazi imparatorluğuna giden yolda iyi niyetli yaklaşımlarla duruma müdahele edemeyen politikacılarla aynı kategoride anılacak.

Biri liderini diktatör ilan ettiğin, laikliğin ruhuna fatiha dedirtecek yasalar çıkaran; diğeri bunlara çanak tutan, elini kandan tam olarak temizlememiş; diğeri terör ile arasına mesafe koymamış, her tavrı ile ülkeyi kaosa sürüklemeye merakını göstermiş üç parti ile nasıl demokratik anayasa yapacaksın?

Uyan artık uyan! Derhal çalışmalardan çekil ve bunu halka anlatmak için tüm şehirleri dolaş!

12 Eylül Anayasası referandumunda güle oynaya evet diyenlerin zoruyla çıkacak bu Anayasa'ya oyum şimdiden hayır. O zaman %8 hayır diyenlerden biri olarak bunu şimdiden açıklıyorum.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Üniversite Sınavını Kaldırmak

Bitirince iş bulunabilecek yüksek okullar 100 bin kişi alıp sırada bekleyen iki milyon kişi varsa , kura çekmek dışında mutlaka sınavlar olacaktır üniversite seçmeleri için.

Benim önerim dört yıllık lise boyunca her sınıfta merkezi 3 sınav yaparak öğrencilerin sınıf geçmelerini belirlemek. Bu yolla öğretmenler sınav yapan konumundan çıkacak ve öğrenciye daha yaklaşacaktır. Bazı detaylara gelince :

- Her dersten girilen 3 sınavın en iyi ikisi o dersin yıllık sonuç notu olarak kabul edilecektir.

- Sınavlarda sadece test soruları değil her derste en az iki açık uçlu soru olacaktır. Örneğin "Üçgenin iç açılarının toplamı nedir?". Bu sorunun yanıtı üç haneli yanıt alanına doldurulacaktır. Bu yolla sadece test çözmek ve her durumda belirli seçenekler olmasının aranması alışkanlığı ile mücadele edilebilecektir.

- Bölgesel ve okullar arası dengesizlikleri kaldırmak için her sınavda o ilin birincisinin notu en az 90'a getirilecektir. Her okul birincisinin notu ise en az 80'e getirilecektir. İl ortalaması ise en az 50'ye getirilecektir. Diğer öğrencilerin notları da bu yolla yukarı çekilebilecektir. Örneğin Bir ilden matematik 3 dersinden en yüksek alan öğrenci 80 aldı. O ilden bir başka öğrenci ise 72 aldı. İl birincisinin notu 90'a çekilirken diğer öğrencinin notu da 81 olacaktır. Bu yolla geri kalan iller ile diğerleri arasında fırsat eşitliği yönünde bir adım atılacaktır.

- Bir dersten ellinin altında alınması ile sınıfta kalınmayacak , fakat ağırlıklı ortalama ellinin altında ise sınıfta kalınacaktır. Lise boyunca iki kez sınıfta kalan okuldan atılmayacak fakat üniversite girişte değerlendirme hakkını yitirecektir.

- Üniversite ve bölümler çok daha çeşitli puan türleri ile öğrenci alacaklardır. Bu türler lise ders bitirme notlarının değişik ağırlıklarla çarpılması ile elde edilecektir.

- Lise 4. sınıf öğrencisi son sınav sonrası gelen notları ile birlikte değişik puan türlerinde 4 yıllık merkezi sınavlar sonrası hesaplanan notlarını öğrenecek ve buna göre ÖSYM'ye tercih listesi verecektir.

- Lise öğretmenlerinin başarısı öğrencilerinin sınavlarda aldıkları notlarla ölçülecek ve öğretmenin başarısı da ayrıca ödüllendirilecektir.

Bu öneriler bugünün teknoloji ve olanakları ile tamamen mümkün olup mevcut onlarca soruna çözüm getireceğine inanmaktayım.

24 Mart 2012 Cumartesi

KISA KISA

Hrant, ailesi başvurursa sivil şehit olacakmış. Ailesi cinayetin arkasındakilerin aydınlatılmasını istiyor, şehitlik payesi değil.

Seloteyp kasasına takıldı 4+4+4. Adamı yatırıp üstüne çıkmak entelektüel davranış, teyp kasası atmak terör!

Siyasal bilimler öğrencisi TBMM'yi yüce divan sanmış. İşte AKP'nin eğitimli gençlik projesinin sonucu!

Asla ve katta terör örgütü ile görüşülmeyecekmiş. Müzakere heyeti başkanı ile her gün görüşüyorsun ama!

CHP gurup toplantısını Tandoğan'da yapacakmış. Anayasa görüşmelerinden çekilmedikçe Tandoğan'da fayda etmez!

17 Mart 2012 Cumartesi

Yakanlardan mısın yoksa Yakılanlardan mı?

Sivas davası bir turnusol kağıdı oldu. İnsanları diri diri yakanları savunup, yıllardır kendi Valisine, polisine yakalatmayıp evinde ölmesine göz yumanların yakanların kızlarının feryadına üzülmesi kör gözleri açmalı.

Gün olur devran döner, yakanların iktidarı da sona erer.

13 Mart 2012 Salı

Demokratik Anayasa Diktatörlerle Yapılamaz

Madem ki Erdoğan için diktatör diyorsun o zaman nasıl AKP ile demokratik anayasa yapacaksın? Derhal bu çalışmalardan çekilmelidir CHP. Bunu halka iyi bir şekilde açıklamalıdır. Hangi koşullar sağlanmadan çalışmalara geri dönmeyeceklerini net bir şekilde ifade etmelidir.

Bu koşullar bence şunlar olmalıdır:

- 4+4+4 kesintili eğtim yasası geri çekilsin,
- Tüm tutuklu milletvekilleri serbest bırakılsın,
- Seçim barajları kaldırılsın,
- Özel yetkili mahkemeler kaldırılsın,
- Milletvekilleri dahil tüm kamu görevlilerine dokunulmazlıklar kaldırılsın.

Bunlar yerine gelmeden Anayasa çalışmalarına katılmanın yine tükürdüğünü yalamak olarak adlandırılacağını unutmamalıdır CHP.

11 Mart 2012 Pazar

OKUDUĞUM SON KİTAP

HRANT/Tuba Çandar/Everest

Bir çok bölümde gözlerim yaşararak okudum Hrant'ın biyografisini. Kendisine olan saygım o kadar arttı ki anlatmam mümkün değil. Sadece keşke ben ölünce arkamdan anlatılanlar bu kadar olumlu olabilse diye geçirdim içimden. Ona kıyanlara, bu sürece destek olanlar ve gerçekleri ortaya çıkarmayanlara tekrar lanet ediyorum.

"Selam olsun "Küp küp altını terk edip kitabını sırtlayan dedelerime.""

"Kardeşliğin ötesinde bir şeydir. Solculuk da zaten bu ruhun doğal sonucu gibidir. Tibveranklı olup da bu ruhu paylaşmamak diye bir şey yoktur."

"Ben sana, dedi, ne diyeyim? Durdu sonra, en iyisi sen bizim bacımız ol, dedi. Sarıldı bana. Bacı kardeş olduk sonra."

"Ben aşkı seçtim. Yoksa ben de dağa çıkardım. Sonum Armenak gibi olurdu."

"Kanımızı ilk sen çaldın. Hem de en zulal akanını kaptın."

"Sofra üstünde gelen acı haber ekmeği taş, suyu da buz keser," der Anadolu deyişi."

"Biz iki nedenle çekeriz 'tililili'yi," der Rakel."Biri sevincimizde, diğeri ağıdımızda.Bazen şükran çığlığımızdır o, bazen de isyanımız. Bağırmak değildir, ne de ağlamak. Bir haykırıştır sadece. Dİlin ya da ağzın bir işlevi yoktur bu sesin yaratılışında. Yürekten çıkan sestir o."

"Halk, öyle herkese kolay kolay "Baba" lakabını takmaz. ... Hak etmişti Der Giragos bunu... Hem de köküne kadar."

"Barış ile Sevgi bir gün çok acıkmışlar, yürekleri çok boş kalmışmış. Dünyayı dolaşıp bütün canlıları yüreklerine doldurmaya, yüreklerini doyurmaya karar vermişler."

"İstanbul'da mısın? Çabuk gel. Dalağını bilmem ne yaptığımının..." Onun en büyük küfrü buydu. Küfür onun için Anadolulu olmanın göstergesiydi. Hatta sevgi işaretiydi."

"Bir başka severim 23 Nisanları. Hem, bizim de hanımla evlendiğimiz günüdür aynı zamanda."

"Küslüğümüz yoktu, sarıldığımızda barışırdık. "Ne o" derdi "suratın kıçıma dönmüş..." Gülerdik, barışırdık. Bir gün beni incitecek bir şey dememiştir."

"Dindar değildi ama bazen dine sığındığı anlar olurdu. Bundan eminim."

"Babamın beni en şaşırtan huyu, cesareti ve sevgisiydi. Yeryüzünde böyle bir insan olmasına şaşırırdım."

"İtiraf etmeliyim ki karakter olarak ekip çalışmasından ziyade bireysel çalışmaya daha yatkın biriyim. Bu olumsuz yanım, iyi bir yönetici olamayaşımı da beraberinde getirir. Bunu bildiğimden olsa gerek, hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir kuruma yönetici olmak istemem."

"Tabu konular"ın tartışmaya açılması zor olduğu gibi, bu tartışmaları kendi zemininde tutmak ve başka mecralara kaymasına engel olmak da hayli zor. Nitekim Agos'un düzeni sorgulaması ve kimi alanlarda yeniden yapılanmalar önermesi, üstelik de "sivilleşme" ve "şeffaflaşma" gibi, "cemaat" kavramı ile özdeşleşmiş ve tüm uzuvlarıyla dini bir toplum görüntüsü kazanmış kapalı bir toplum yapısında ters gelecek önerilerde bulunması, bazı kesimleri rahatsız etti."

"Ben birdenbire öyle çok sokulabilen bir insan değilim; bu yakınlık hissi tamamen Hrant'ın karakteri ile ilgili. Öyle bir kavraması, kucaklaması, koruması vardı ki... Alır insanı, böyle göğsünün içine sokardı. Sen de kendini dünyanın en güvendeki insanı hissederdin."

"Hrant benim masal babamdı, çünkü insan kendine bir baba düşlese babasının Hrant olmasını ister."

"Doğu toplumlarını, Batı'dan ayıran en önemli bir özellik de 'kahraman' ve 'ilah' yaratmasındaki farklılıkta aranmalı. Bizim önemli özelliğimiz kolay yüceltip bir o kadar rahat alçaltabilmemiz ilahlarımızı ..."

"Azınlıklar ve onların azalması, devletin ve Cumhuriyet hükümetlerinin istisnasız hepsinin temel hedefi oldu. Bu azalma, bazen insanın, bazen de mülkün azalmasına tekabül eder."

"Oğlum bir şey demedim... Kızım anandır, malındır ama bana sorarsan bırak kalsın, burada gömülsün ... Su çatlağını buldu,dedim."

"Bütün baskı ve dayatmalara, entrikalara ve zulme rağmen, ayrı ayrı ve yan yana değil, birlikte ve iç içe yaşamayı gerçekleştirelim. Ben çok dua etmem ama dua ederim ki diğeri olmasın; benim halkımın başına gelen Kürt halkının başına gelmesin."

"Elbette korkuyorum. Ama ölüm hiç bir şeydir, eğer ölene kadar dimdik ayakta durabildiysen...".

3 Mart 2012 Cumartesi

Kurultayın Ardından CHP

CHP ve muhalefet kurultaydan güçlenerek çıktı.

Çok önceleri Önder Sav ve Deniz Baykal ile yolunu ayırmadan Kılıçdaroğlu'nun işi zor demiştim. Keşke Baykal'ı da aday yapmasaydı.

Yeni tüzük tam demokratik mi? Hayır. Bu çağrıyı muhaliflerin imzalarına beklemeden yapması gerekmezmiy di Kemal beyin? Evet.

Ama bunlar yine de yeni tüzük ile gelen kadın kotası, kısmi önseçim gibi olumlu düzenlemeleri değiştirmez. Ayrıca halka küsülmeyeceği şeklinde ki çok olumlu mesajlarını da beğendim Kemal beyin.

Yıllardır söylediğim tüm üyelerin (delegelerin değil) katılımı ile yapılacak ilçe ve il yönetimi seçimleri, milletvekili ve belediye başkanları adaylarının bu yolla belirlenmesi aşamasına da gelinmeli.

Seçim barajlarının kalktığı, yönetimde istikrar için tek vekillik dar bölgelerin olduğu, 100 Türkiye milletvekili ile %1 oy alan partinin bile temsil edildiği bir siyasi düzeni arzuluyor ve bunu savunmayı her demokratdan bekliyorum.

17 Şubat 2012 Cuma

Dokunulmazlık

İstenen belediye başkanına dokunma istenmeyen genel kurmay başkanına dokun. Dokunulmazlıklar ve yargılamaya bakan, başbakan, vali izni ülkemizde adaletin sonunu getirdi.

En kısa şekilde ne olmalı?

- Özel yetkili mahkeme ve savcılık kaldırılmalı,
- Tüm makamlar için dokunulmazlık kaldırılmalı. Sadece milletvekillerinin kürsüdeki konuşmaları için dokunulmazlık tanınmalı.
- Tutuksuz yargılama esas olmalı. Milletvekilleri, bakanlar , genel kurmay başkanları, belediye başkanları mutlak tutuksuz yargılanmalı, ceza kesinleşince cezaevine girmeli.

Bunlar sağlanmadan da Anayasa değişikliği hazırlıklarına katılmak muhalefetin yapacağı en önemli hata olacaktır.

5 Şubat 2012 Pazar

OKUDUĞUM SON 2 KİTAP

Başbakanın çıkışıyla meşhur olmadan önce okuduğum ve Çağdaş Amerikan edebiyatının önemli yazarı olan Paul Auster'in iki kitabını tanıtmak istedim.



1) Paul Auster/Görünmeyen/Can

Bir yazar adayı, Vietnam savaşı yılları, iki kardeş arası ilişki, casusluk ve cinayet. Sonuna kadar hızla okunan bir kitap.

"Herkesin geleceği tehlikede. Senin de iyi bildiğin gibi, özellikle on sekiz-yirmi iki yaşlarındaki Amerikalı erkeklerin geleceği tehlikede. Ama başaramayıp da okulu bırakmak zorunda kaldığım sürece, mezun oluncaya kadar beni askere almazlar. Bahse girmek istemem ama o zamana kadar savaş bitmiş olabilir."

"Born beni yenmişti. Bana, kendi hakkımdaki duygularımı kökten değiştiren bir şey göstermişti ve ömrümde ilk kez birinden nefret etmenin ne demek olduğunu anladım. "

"Bu mucizeler olunca hiç düşünmeden birbirininize koşardınız. İnsanın yaşamını değiştiren olaylara tanık gerekir, bu role başka kim ikinizden daha uygun olabilirdi?"

"Annem altı yıl önce öldü. Ekim ayında -yarın tam altı yılolacak. New York ve Washington'a yapılan saldırılardan bir ay kadar sonra. Bir süredir kalbinden rahatsızdı ve bir gün kalbi onu bırakıverdi. Yetmiş altı yaşındaydı. Yüz yaşına kadar yaşamasını isterdim ama bilirsiniz, istediklerimizle elde ettiklerimiz çok nadir örtüşür."

2) Paul Auster/Leviathan/Can

İki yazar. Dünyaya eleştirel bakış. Çevrelerindeki kadınlar ve macera. Paul Auster bu romanını da elinizden bırakamayacaksınız.

"Evliliklerinin tutarlılığı, sağlamlığı bana dinginlik verirdi."

"Dünyadaki aptallıklar onu çileden çıkarırdı ve zaman zaman o inceliğinin, şakacılığının altında derin bir hoşgörüsüzlük ve küçümseme yattığını sezerdiniz.Hemen her yazısında sivri, saldırgan bir şeyler olurdu ve yıllar geçtikçe bu tavrı çıbanbaşı olarak tanınmasına yol açtı."

"Yürür, müzeleri dolaşır, sanat galerilerine gider, gün ortası sinemaya dalar, park sıralarına oturup kitap okurdu. Başkaları gibi saate bağımlı değildi, bu yüzden de zamanını boşa harcıyormuş duygusuna hiç kapılmazdı. Bu Sachs'ın üretken olmadığı anlamına gelmez, ama çalışma ile avareleik arasındaki duvar, artık o duvarın varlığını farkedemeyceği kadar yıkılmıştı."

"Bu son'un paradoksuydu. Delia ile ben de buna benzer bir süreç yaşamıştık: bir çiftin ne birlikte ne de ayrı olduğu o tuhaf bitiş dönemi; hani sizi bir arada tutan son bağın birbirinizden ayrı yaşamanız olduğu süreç."

29 Ocak 2012 Pazar

İstatistikler Sizi Kandırmasın

AKP etkisindeki medya ve tüm diğer kurumlara ilaveten halkı kandırmak konusunda istatistikler de kullanılıyor.

TÜİK verilerine göre 2010'da en fazla nüfusu artan Bilecik 2011'de nüfusu en fazla azalan şehir olmuş. İşte durumumuz iyi diye gösteren istatistikler böyle çelişkilere sahip.

Hani bir fıkrada vardır ; "2 kere 2 kaçtır diye sorar patron, muhasebeci siz kaç olsun isterseniz diye yanıtlar" aynı onun gibi oldu bizim resmi istatistiklerimiz. Bazen de böyle açıkları ortaya çıkıyor.

Siz siz olun bu dönemde iyimser istatisklere inanmayın!

15 Ocak 2012 Pazar

Halen AKP ile Anayasa Yapmak İstiyormusunuz?

Geçen yıl 30 Ağustos, 29 Ekim için yaratılan bahanelerin ardından bu yıl 19 Mayıs'da çocuklar üşüyor bahanesi geldi. Bakan karşılamak için dondurucu şoğukta çocukları sıraya dizenler bunlar değil sanki.

O zaman 19 Mayıs'ı Mekke'de kutlayalım, umre gezisi ile hem de sıcak olur.

Uzayan davalar yıllarca bitmeyecek gözüküyorken insanlar savunmalarından dolayı mahkum oldular.

Van'da yerel yönetimle uyumsuz, halka yardımları dağıtamayan , beceriksizliklerini yazan ve haber yapanları gazetesinden kovduran ileri demokrasi manzaraları.

Bütün bunlar sürerken Anayasa değişikliklerini düzenleyecek komisyonlarda muhalefetin yer alması ya aymazlık ya da halka ihanettir. Bu uygulamalar sürerken Anayasa'nın A'sı bile tartışılamaz.

8 Ocak 2012 Pazar

F35'lere HAYIR

Çok ileri sivil demokrasimiz tanesi 60 milyon dolardan 150 adet F35 uçağı siparişi vermiş. 9 Milyar dolar. Başbuğ'un tutuklanmasını demokrasi zaferi sayan "sivil" yazarlardan bu silahlanmaya hiç bir tepki duyamadık. Üstelik bu uçaklar Amerika'nın izin vermediği operasyonlarda kullanılamayacak.

Komşularımızla çatışmaya, silahlanmaya ve vergilerimizin savaş makinasına aktarılmasına, kısacası F35'lere hayır!