1) Adı Aylin/Ayşe Kulin/Everest
Ayşe Kulin gerçek bir yaşam öyküsünü anlatıyor. Aylin Radomisli Cates Türkiye'den çıkan, hayatı deli dolu yaşayan bir kadın. Son derece karizmatik bir kadının bile aşk hayatında ne gibi hatalar yapabileceğini de bir kez daha görüyoruz bu romanda.
"Ben boşuna nefes tüketmişim. Sen bari tüketme. Çünkü kimse karşısındakini dinlemiyor, insanlar doğrularını ve yanlışlarını kendileri bulmak zorundalar."
"Oysa doktorlar hastalarına sevgi vermek zorunda değildiler. Hatta sevgi vermemeliydiler. Hastalar tedavi olmak, yönlendirilmek, doğru yola sevk edilmek için gelirlerdi doktorlarına. Ama Aylin'e bunu anlatmak mümkün olmuyordu."
"Ben senin şamar oğlanın değilim" dedi Mişel, "İplerimi istediğin gibi çekebileceğini zannettin. Sana o kadar zaafım vardı ki, istemediğin zaman gideceğim, çağırdığında geri döneceğim sandın. Karısına ne kadar aşık olursa olsun, şerefli hiçbir erkek bunu yapamaz. Bu iş bitti."
"... Ölüm annemle beni yaklaştırmışmış. Hıh! Bizi hiç bir şey yaklaştırmadı. Ben onun en sönük, en silik kızıydım...."
"Oysa, Aylin hiçbir zaman "oynamamıştı". Ne iyi kadını, ne kötü kadını, prensesi, hippiyi, ne aşık kadını, şımarık kızı, koketi, fındıkçıyı, öğrenciyi, öğretmeni, ne doktoru, ne de anneyi... hiç oynamamıştı. Hep "olmuştu" o."
2) Paulo Colho/Veronika Ölmek İstiyor/CAN
Paulo Coelho normal kim, deli kim onu sorguluyor romanında. Bunu bilmek gerçekten de çok zor.
"İnsan bir kez akıl hastanesine girdi mi, delilik dünyasında var olan özgürlüğe alışıyor, hatta ona bağımlı hale geliyordu. Sorumluluk altına girmek, ekmeğini kazanmak için çalışıp çabalamak, sıkıcı, rutin günlük işler yapmak zorunda değildiniz burada. Sabahtan akşama dek bir tek reme bakmak ya da bir kağıdın üstüne saçma sapan çizgiler çizmekle oyalanabilirdiniz."
"İnsan neden kendi kendinden nefret eder?"
"Korkaklık belki de. Ya da hiç yakanı bırakmayan yanılmak korkusu, başkalarının senden beklediklerini gerçekleştirememek korkusu."
"Dünya çabalarımın değerini bilmeyecektir" dedi kendi kendine. Anlaşılmamaktan gurur duyuyordu, çünkü tüm dahiler bu bedeli ödemişlerdi."
"Nerede benim ruhum?" diye sordu Mari. " Geçmişimde. Sürdürmeyi hayal ettiğim yaşamda. Ruhumu nerede bıraktım, biliyormusunuz? Güzel bir evim, iyi bir kocam ve işim olduğu ve bunlardan kurtulmak istediğim halde buna cesaret edemediğim yerde hapis bıraktım ruhumu."
3) Ayşe Kulin/Sevdalinka/Everest
Bosna katliamı üzerine okuduğum ikinci roman. 20. yüzyılın sonlarında, Avrupa'nın göbeğinde bu katliama göz yuman "medeniyet" ne kadar medeni, Avrupa değerleri nedir bir kez daha sorguluyoruz bu romandan sonra. Roman gerçek olaylar üstüne yapılan bir kurgu.
"Bu evde üç değişik görüş hüküm sürüyor, diye düşündü; çalışan kadınlara saygı duyan ama kendi karısını evde isteyen kocam, çalışan kadın fikrinden nefret eden annem ve ne istediğini bilmeyen ben!"
"Oysa altyapı temelleri, taa 89 Mayısın'daki Kosova olaylarından beri atılmaktaydı savaşın. Sırplar Miloseviç'in yönetimi altında adım adım emellerini uygularken, Boşnaklar uyumuşlardı."
"... Ölüm, Müslüman Boşnaklara kurtuluş gibi geliyordu. Ama ölümü kolaylaştırmıyordu Sırplar. Öldürmeden önce, onlara karılarının, kız kardeşlerinin ve annelerinin nasıl ırzlarına geçtiklerini anlatıyorlar, kadınların nasıl kıvrandığını, yalvardığını tarif ediyorlar, sonra daha da ileri boyutta bir manevi işkence tekniğini uyguluyorlardı...."
"Onu öldürdüler. Ensesinden kurşunlayıp öldürdüler ... bel kemiğini kırdılar... sonra da parampaça ettiler. Doğradılar ... doğradılar Stefan."
"Nimeta, kendini beş-altı yaşlarında olduğu gibi tamamen annesinin ellerine bıraktı bir on gün boyunca. O ne pişirdiyse yedi, ne dediyse yaptı. Ateşi o kadar yüksek ti ki hiçbir şeye itiraz edecek hali yoktu."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder