21 Aralık 2013 Cumartesi

Rüşvet Tarifesi

Gelen büyük istekler üzerine rüşvetin resmi tarifesi resimli gazetede yayınlandı. Buna göre :

- Koruma Tahsisi : 1.5 Milyon Euro
- Vatandaşlık verilmesi : 20 Milyon TL
- Memur Sürdürme : 500 Bin Dolar
- Memur İşten Attırma : 4 Milyon Dolar
- Arsa emsal artırma : İlave her m2 için 100 Euro
- Yabancı Ülkelere Referans Mektubu : 2 Milyon Dolar
- Gümrükte Eşlik Etme : Her saati 500 bin Dolar
- Vakfa Kamu Malı Bağışı : Bağışlanan bedelin %20'si
- Baş yetkili ile tanıştırma : 10 Milyon Dolar

Vatana,millete ve ümmete hayırlı olsun!

19 Aralık 2013 Perşembe

Bu Daha Başlangıç

Ortalık toz duman. Sözü geçen rüşvet ve kara para miktarını aklınız almamış olabilir. Dün "kahraman" denilen polislerin bugün komplo ile suçlanmasına hayret etmiş olabilirsiniz. Ama rakamlarla bunu buz dağının görünen yüzü olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bu operasyonda konuşulan rakamlar toplamda 1 milyar doları buluyor. Eski parayla 2 katrilyon TL.

Türkiye GSMH olarak 2003'de 300 Milyar dolardan 2012'de 790 Milyar dolara varmış. Ortalama 546 Milyar dolar dense 11 yılda 6.000 Milyar dolar bir milli hasıla söz konusu. Dünya Bankası ortalama rüşvet değeri olarak GSMH'nın %0.5 (binde 5) öngörmekte dünya ortalaması olarak. En iyimser veri ile bunun Türkiye için %2 olduğunu varsayalım. Bu da 11 yılda 120 Milyar dolar rüşvet dağıtılmış demektir.

Yani hayret edilen bu rakam gerçeğin sadece %1'i bile değil. Tüm kamu banka kredileri, tüm ihaleler, imar değişikliğinden etkilenen tüm arsa ve inşaatlar, maden arama izinleri, HES ve enerji faaliyetleri, faizsiz finans adı altındaki tüm faaliyetler yakından incelenmelidir. Bunlar bize çok daha büyük yolsuzlukları göstermeye gebedir.

Yolsuzluk ile mücadele deyip buna bulaşanları açıkca koruyan hiç bir iktidar ayakta kalamaz.

7 Aralık 2013 Cumartesi

Yerel Seçimler

İşte halka zülüm, ayrımcılık, yolsuzluk ve yoksulluktan başka şey vermeyen AKP iktidarından kurtulmak için çok önemli yerel seçimlere 3.5 ay kaldı.

Bu seçimlerde yaşam tarzımıza, komşularımıza, çocuklarımızın geleceğine, çevreye müdahelelerinden şikayetçisi isek iktidarın, ilk iş oy kullanmalıyız ve yakınlarımızın oy kullanmasını sağlamalıyız.

Peki karşımıza çıkan belediye başkanı adaylarından memmun değilsek? AKP adayının karşısındaki en güçlü muhalefet adayına oy verin. CHP'nin sağdan oy almak için sağ adaylar stratejisi bence de çok yanlış. Solun en yüksek oy aldığı (%42) dönemde Ecevit, tarım reformu, çalışan hakları gibi sol söylemleri savunuyordu. Yani bu millet sola oy vermez demek kolaycılıktır hele ki iktidarın içeriden dışarıya her alanda yaptığı onlarca saçmalık ortada iken. Önemli olan bunları halka açık, net ve anlaşılır bir şekilde sürekli olarak anlatmaktır.

Belediye meclisi ve il genel meclisi seçimlerinde ise gönlümüzdeki partiye oy vererek onu destekleyelim. Unutmayalım kazanılan her AKP'li belediye ileri yolsuzluk, yoksulluk ve faşizm değirmenine su taşıyacaktır. Kazanamayacağını bildiğiniz adaya vereceğiniz oylarla AKP'ye seçim kazandıranların sonradan şikayet etmeye hakkı yoktur.

16 Kasım 2013 Cumartesi

KIDEM TAZMİNATI FONUNA NEDEN HAYIR DİYORUM?

Kıdem tazminatı hakkımıza göz dikmiş iktidar ve sermaye çevreleri yok "fon kurup iyi işleteceğiz", yok "kıdem tazminatından yararlanan çok az" gibi yalanlara başvuruyorlar. Peki şu ana kadar fonlar iyi yönetildi mi? Zorunlu tasarruf fonunu unutmadık. Ama daha yakındaki işsizlik sigortası verilerini inceledim.

İş-Kur 2012 verilerini yayınlamış. Ne yazık ki her ay işsizlik maaşı alan sayısı geçmiyor bu verilerde. Ama verilerden yorumla yaklaşık değer hesapladım. 2012 yılında aylara göre işsizlik maaşına başvurup hak eden sayısı 43.491 ile 24.529 arasında değişiyor. Ortalama değer 30.621'i alırsak işsizlik maaşı 6,8 veya 10 ay süre ile veriliyor bunu da 8 ay alırsak 245.000 kişinin belli bir ayda işsizlik maaşı aldığı varsayılabilir.

Bu veriyi 2012 yılında dağıtılan 969 milyon TL.yi kullanarak doğrularsak. En düşük işsizlik maaşı olan 376 TL. (%70'i bu oranda varsayarak) ve en yüksek maaş olan 752 TL. (%30 oranında) alırsak ortalama maaş 489 TL. alınabilinir. Buradan 969.000.000/12/489 alırsak 165.000 sayısına varırız. Ortalama olarak ((165+245)/2) 205.000 sayısını alabiliriz.

Peki dün yayınlanan işsizlik verilerine göre 2.806.000 işsiz varsa 205.000 ne kadarına denk geliyor? %7. Evet sadece işsizlerin (iş aramadan umudunu kesenler hariç işsizlerin) sadece %7'si işsizlik maaşı alıyor. Fonda 2012 sonunda 61 milyar TL. fazlası var. Yani niye bu parayı dağıtmıyorsun? Niye kıdem tazminatındaki az yararlanma sana batıyor da bu durum ırgalamıyor?

Ayrıca en başından beri ödenen 5.5 Milyar TL. tüm fon giderlerinin %26'sı ama GAP'a aktarılan para 11.4 Milyar TL. ki %54'e denk geliyor. Sen işsizlik fonunun dörtte birini işsizlere yarısından fazlasını başka şeylere harca bir de bize güvenin de. Bu halk, işçi sınıfı salak mı?

Eğer kıdem tazminatından daha fazla yararlanılsın istiyorsan çıkanlara tazminatını devlet olarak sen öde, işvereni dava et ve ondan alacağını tahsil et. Bir yıl olan süreyi 6 aya çek.

Samimi olmayanların her yaptığının altında bir hinlik bizi bekliyor. Uyanık olalım. Seçimlerde kanmadığımızı gösterelim.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Okuduğum Son 8 Kitap

1) Bana Baktığın gibi Bakma/Nurdan Beşergil/Can

SUDOKU cinayetleri olabilir mi? Kitap bu konu etrafından polisiye ve sevgi etrafında dönüyor. Anlatım güzel ve sürükleyici.

"-Bir adamın ... bir bacağını kesersiniz ... tek bacaklı görünür ... Böyle yaparak varlığa müdahele etmiş olursunuz.
Özlem bekledi.
- Ama bildiğiniz gibi, fantom ağrı denen ve tıbben geçerli olduğu bilinen bir ağrı vardır. Adamın bacağını kesmiş de olsanız, varolşu o bacağın hala orada olduğuna ikna olmuş durumdadır. Artık tek bacağı olduğuna inanıncaya kadar bacağında bir ağrı hisseder. Bedeninin bütünlüğüne olan inancı henüz sarsılmadığından, olmayan bacağı ağrır. ..."

"Kadınlar, başlı başına muammaydı ve erkeklerin kadınları anlamamasını anlayışla karşılamak gerekiyordu. Kadınların durumu çok başkaydı. Tabii ki erkekleri anlıyorduk ama asıl olayımız o değildi. Biz kadınlar, maalesef kadınları anlıyorduk ve bu büyük, kalıcı,yıkıcı bir lanetti."

2) Kardeşimin Hikayesi/Livaneli/DK

Bu kez de Zülfü Livaneli'den bir polisiye. İnzivaya çekilmiş, enteresan huyları olan bir mühendis ve yakınında işlenen bir cinayet. Cinayeti araştıran gazeteci ile inzivadaki adamın ilginç hikayesi.

"Saf saf teşekkür etti. Bana kalırsa o parti de saçmalıktı, o resimler de ama başıma gereksiz işler almamak, en azından tartışmalara girmemek için gerçekleri söylememeyi öğrenmiştim. Bahçede çalınan yüksek müzik rahatsız ediyordu beni. Herkes kendini eğlenmek zorunda hissederek ellerini kollarını sallayıp dans ediyordu, en komikleri de o top sakallı gazeteciydi, kıvırıp duruyordu."

"Pavel, yani kızların babası Afganistan'dan bahsederken hala ürperiyordu. Sanki kolundan ve bacağından daha önemli şeylerini bırakmıştı orada, yüreğine bir daha çıkmamacasına bir korku yerleşmişti."

"Hani bir adam kaplanın sırtına binmiş, bir türlü inemiyormuş. Çünkü sırtından indiği zaman hayvanın kendisini yiyeceğinden korkuyormuş. Ama bir insan ömür boyu kaplanın sırtında oturamaz ki!"

"Okumak, sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını.O zenginlerin arkadaşları birkaç finansçı, üç beş holding yöneticisi. Üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler. Oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı ve yaratıcı insanları: Aristoteles,Platon,İbn Rüşd,Faulkner,Homeros,Nietzsche,İbn Haldun... Bunları hangi maddiyatla bir tutabilirsin?"

3) Şans Müziği/Paul Auster/CAN

Kumar psikolojisi ile ilgili güzel bir roman.

"Birkaç saniye tek söz edemeden dondu kaldı. Pozzi yanına geldi, omzunu sıvazladı, neşeyle konuşuyordu; oysa Nashe'in kafası yaptığı işin görkemini kavrayamayacak kadar bomboştu. Sonunda, işte yeniden sıfır noktasına döndüm diye düşündü. Sıfıra sıfır, elde var sıfır."

4) Bütün İnsanlar Yalancıdır/Alberto Manguel/YKY

Tek bir romanla meşhur olup, intihar eden bir yazar. Kitabı gerçekten o mu yazdı?

"İstemiyorum. Dilin bu kozmografyasıyla bir ilgim yok. Tüm o kerih dilbilimcileri bir kütüphaneye kapayıp topunu ateşe vermek isterdim. Evreni okuma yazması olmayanlardan ibaret kılmak isterdim. ..."

"Dünyada kapladığımız küçük mü küçük noktadan bakarak hatalı imgelemler olmaksızın kendi kendimizi nasıl gözlemleyebiliriz? Arzudan hakikati nasıl ayırt edebiliriz?"

5) Salam Rüştü/Utanç/Can

Bu okuduğum ilk Salman Rushdie kitabı. Yazara yapılan haksızlığı bir kez daha anladım bu roman sonrasında. İngiliz, Hint ve Pakistan kültürü arasında gidip gelen bir gözden Pakistan'da ki rüşvet, darbe ve demokrasi deneyimine romansı bir bakış.

"Pakistan'da insanın tanıdıkları varsa her yere girebilir, hapishaneye bile."

"Mallar gümrüğe gelir, memur mantıklı gerekçelerle bunlara el koyar, mal sahipleri ona hak verir, bir anlaşmaya varılır ve memurun ailesinin yeni kıyafetleri olurdu. Kimse bu düzenlemeyi dert etmez; herkes devlet memurlarının ne kadar az maaş aldığını bilir."

"Bazı seslerin, bizim Tanrımıza adadığımız ülke buysa, bunlara izin veren nasıl bir Tanrı, dediği de oluyordu ama o sesler daha soruyu bitirmeden susturuluyor, masa altından ayak bilekleri tekmeleniyordu."

"Medeni bir toplumda canavarlara yer yoktur. Böyle yaratıklar dünyada boy gösterse bile en kıyısında dolaşırlar, inanmazlık teamüllerinin dayattığı çeperlerde ..."

6) Bir Oyun Gibi Yaşadım/Nihal Acar/DK

Nihal Acar'ın çok maceralı hayatı bu anı kitabında anlatılıyor.

"İlk mektebe Atatürk'ün yaşadığı yıllarda başlamış olmanın, o yıllardaki inanç ve çoşkuyla büyümenin ayrıcalığını tüm yaşamım boyunca hissettiğimi söylemeliyim. Yepyeni, heyecan dolu, her tarafından pozitif enerji fışkıran genç bir Cumhuriyet...Ve aynı yüksek enerjiyle, çağdaş bir dünyada yaşamaya hazırlanan genç talebeler... Her sabah okula gittiğimizde, Andımız'ı hep aynı heyecanla, adeta ciğerlerimiz sökülürcesine tekrarlardık..."

"Bana öyle sevgi dolu bakmıştı ki, o günden bu yana bir daha hiçbir şeyden korkamadım. Hayatıma giren erkeklerde her zaman onun kuvvetini ve şefkatini aradım. Fakat kuvvetli olanlar şefkat vermediler, şefkatli olanlarsa yeterince kuvvetli değildi...."

7) Kaderin Kızı/Isabel Allende/Can

Okuduğum bu ikinci kitabı ile yazarın bağımlısı oldum diyebilirim. Altına hücum yıları, Şili, İngiltre, Çin ve Amerika'da geçen bu romanı okumanızı tavsiye ederim.

"... sonra onlar hakkında bir şeyler bilse de bilmese de sonucun değişmeyeceğini anlamıştı, çünkü bu konudaki bilgisizlik herkese özgüydü. ..."

"Özgün düşünceleri olan insanlar sonuçta her zaman deli diye tanınırlar."

"Tao Chi'en, buharlı gemilerden söz edildiğini duymuştu ve onlardan ödü patlıyordu. Buhar üretmek ve cehennemsel bir düzeneği işletmek için kaynar suyla dolu kocaman kazanlar yapma düşüncesi, ancak çok acelesi olan insanların aklına gelmiş olabilirdi...."

"Binlerce Argonot, Altın Post'u ele geçiremedikleri ve Odysseia'ları birer trajediye dönüştüğü için yenilgiyi kabul ederek geri dönmekte; ama pek çokları da,yoksul olmalarına rağmen burada kalıyorlar, çünkü onlar artık başka yerde yaşayamazlar. Bu vahşi ve güzel topraklarda geçirilen iki yıl insanları değiştiriyor. ..."

8) Halfeti'nin Siyah Gülü/Nazlı Eray/DK

Oldukça fantastik ve kurgusal öğeler taşıyan bu roman , Ankara, İzmir ve Mardin hattında 1950'ler ve 2010'ları bir arada anlatıyor. Okumaya değer.

"Önümdeki manzara baş döndürücüydü.
Sessiz ve gizemli Mezopotamya ufuk çizgisine kadar uzanıyor, sanki Suriye ile birleşiyordu orada."

""Alabilecek miyiz o yıllarımızı geri?" diye sordu Hıfzı bey.
"Alacağız" dedi Yaşlı Doktor. "Onları bir şekilde geri alacağız."

6 Ekim 2013 Pazar

Gündem'den

Paket umulandan da fos çıktı.

Buna karşın paket içindeki "dar bölge" konusunda bu kadar tepkiyi anlamakta güçlük çekiyorum. Yapılan hesaplar dar bölgeli seçimin 2 turlu olacağı, olması gerektiği üzerinden yapılmıyor. Halbuki ilk turda %50+1 oy alamayan bölgelerde AKP'nin 2. turda seçilmesi oldukça zor. Ayrıca bu sistem ön seçim ile aday belirlemeyen, halka yakın aday bulamayan partilerin seçmenlerini alternatif adaylarda yoğunlaştırmalarını getirecektir. Bu sistemde Ankara,İstanbul vekilleri yerini Dikmen,Sokullu,İstinye,Gazi Mahallesi vekillerine bırakacaktır. Vekillerini tanıyan bir halk siyasette daha etkin olacaktır. Lider sultasının bitişi açısından çok önemli bir adım olabilir. Bu sistemi 100 vekillik Türkiye milletvekilliği ile desteklenirse, %1 oy alan parti bile 1 milletvekili çıkararak temsilde adalet güçlenebilir.

TDH Sarıgül'ü CHP İBB adayı olarak belirlemiş! CHP bir an önce, İstanbul dışında her şey ile ilgili bu kişiyi aday yapmayacağını ve adayını açıklamalıdır. Sarıgül'ün adaylığı seçimi kendi eliyle AKP'ye teslim demektir. Bizden söylemesi.

Kılıçdaroğlu 59 maddeyi gelin çıkaralım demiş AKP'ye Anayasa değişikliği için. Halen demokrasi ile ilgisi olmayan bu parti ile Anayasa yapmaktan bahsetmek ne kadar saflık! Bu yolla AKP'ye CHP onaylı yeni bir demokrasi paketi havası vermeniz seçimdeki tüm argümanlarınızı yok edecektir. Hadi komisyondan çekilmediniz bari tam Anayasa bitmeden gündeme getirilmesine karşı çıkın!

28 Eylül 2013 Cumartesi

Al Paketini Başına Çal

Demokrasinin "d" sinin bile olmadığı bu ülkede demokrasi paketi açacaksın ve biz de demokrasi geliyor diye sevineceğiz. Sen bizi salak mı sandın?

Gazetecilerin sadece yazdıkları yazılardan dolayı müebbet hapis cezası aldığı, ülkesinin bayrağını satan bir yurttaşın bile göz altına alınabildiği, polisin orantısız şiddetinden ölen altı genç ortada iken bunları yapanların sistemli olarak bulunmadığı, bu polislerin kahraman diye ödüllendirildiği, şeriat diye komşumuzu kan gölüne döndürenlere her tür desteğin yapılıp, öldürdükleri hamile vatandaşlarımız için bile yetkililerden ses çıkmazken sadece kendi mezheplerinden yönetimlerin uğradığı baskıya sahte gözyaşları ile ağlandığı, size cami-cemevi yapacağım diye alevi vatandaşlara dayak ve şiddet uygulandığı, çocuklarımıza zorla din dersi okutulduğu yetmediği gibi zorunlu seçmeli derslerle de bir mezhep ve ideolojinin kabaca dayatıldığı, spor sahalarına bile politik müdahalelerin yapıldığı, hastanelere bile gaz bombası atılabildiği, insanlara sadece yalan söylemem dedi diye sürgünün layık görüldüğü, teröristlerin gizli sanıklığı ile genel kurmay başkanlarının müebbet hapis cezası alabildiği, bizim paramızla bize bunları cilalayarak gazetelerin, televizyonların kamu reklamları ile doldurulduğu bu yalan,talan ve vicdansızlık dönemine hiç bir paket demokrasi getiremez!

Halkımız paketinizi elinize seçimlerde verecektir!

8 Eylül 2013 Pazar

İkiyüzlülere Olimpiyat Yok!

Açık konuşayım. Dün yatarken 2020 olimpiyatını almayalım diye dua ederek yattım. Gece sevinç gösterileri olmayınca televizyonu açtım. Naklen yayınlayan kanalda ilgili bir şey göremeyince vermediklerini anlayıp sevindim.

Sabah haberleri, yorumları okudum,dinledim.

Sen ne dersen de eğer samimi değilsen, ikiyüzlü davranıyorsan bu anlaşılıyor ve prim yapmıyor.

Dün ağaçları savunanları gaz bombaları ile öldürürken, mahallelerinin ortasına, kendi elleriyle dikip dünyanın en büyük kent ormanı yaptıkları ODTÜ ormanına ruhsatsız bir otoban inşaat için can hıraş dalarken,İstanbul'da 30 metre otoban için 200 metre eninde alanı ormandan temizlerken, "yeşilin hastasıyım" diyene kimse inanmıyor.

Spora politikayı bulaştırıp, bir kameraya demeci nedeniyle en önemli oyuncuları milli takımdan kesip, basketbolda rezil olurken "spora aşığım" diyenler kimseyi kandıramıyor. Özerk federasyonlara bile bu kadar çok müdahale yaparken sporun zirvesi olimpiyatlara talip olmak inandırıcı değil.

Kent halkının ulaşım sorununu yıllarca çözemezken, İstanbul'u 30 milyon yapacak ihanete imza atılırken, ulaşım sorununu çözeceğiz dersen kimse bunu yutmaz.

Kendi şirketine yapılan haksız vergi incelemesi nedeniyle milyonlarca dolar zarara uğramasına rağmen yalakalık için soru soran muhabirleri tersleyen sermayedarların yalakalıkları da yanına kaldı!

Hele bir gün önce "savaş da savaş", "vurup kaçmak olmaz, yıkmadan gidilen savaşa savaş demem" derken, bir gün sonra "bize olimpiyadı verirseniz, barışa katkıda bulunursunuz" denmesine kim inanır.

Ülkemiz demokratik ve özerk spor yönetimine kavuştuktan sonra olimpiyada tekrar, gururla başvurur.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Suriye'ye Müdaheleye Hayır!

Biraz hafızanızı yoklasanız Körfez Savaşı sırasında Saddam'ın ne nükleer silahları kalmıştı,ne kitlesel imha silahları. Sonradan bunların hepsinin yalan olduğu hem Amerikalı hem İngiliz yetkililer kabul ettiler. Ölen binlerce Irak'lıya ve askerlere oldu.

Şimdi bir benzeri Suriye için tekrarlanıyor. BM raporunu bile beklemeden müdahele yapılmaya kalkılıyor. Türkiye Dışişleri buna öncülük yapmakla övünüyor. Nedir bu aceleniz?

Her durumda, Esad kimyasal silah kullanmış bile olsa da Türkiye komşusu ile savaşa, müdaheleye katılmamalıdır.

Ölecek her Türk askeri, her vatandaş için yapılacak bu savaşın karar alıcıları hesap verecektir. Suriye'de ölen çocuk resimlerine yeni resimleri Türkiye'den de ilave etmenin kimseye yararı yoktur.

Oluşacak ekonomik çöküntü de cabası olacaktır!

Hepimiz gerçekleri haykıralım!

18 Ağustos 2013 Pazar

Korkak Politikacılar ve Cesur Halk

Gezi olayları ve arkasından bitmek bilmeyen protestolar halkın aslında ne kadar cesur olduğunu gösterdi. Ne biber gazı, ne TOMA, ne tazyikli su, ne plastik mermi halkı yıldırmadı. Bundan çok bahsedildiği için daha fazla değinmeyeceğim.

Politikacılarımızın korkaklığı konusunda ise örnekler çok.

Çözüm süreci diye milletin gözünü boyamış iken, PKK gösterilerini bastırtmaktan korkuyor AKP liderleri. Cemaat arkamızdaki desteği çeker diye korkuyorlar. Destekledikleri Suriye muhalefetinin yaptığı katliamları protesto etmekten, sınırlarımızı teröristlere, Kaide'cilere kapatmaktan korkuyorlar. Belediye seçimlerini kaybedersek yaptığımız rant oyunlarının bozulmasından korkuyorlar.

Çözüm sürecinin terörün galibiyetini anons etmek anlamına geldiğini bile, bile; halk bizi barışa karşı sanar diye sürece karşı çıkmaktan korkuyor CHP liderleri. Diktatör dedikleri ile Anayasa yapılmayacağını, ben sizin açtığınız krediyi istemem diyen bir başbakanla Anayasa yapılmayacağını söylemekten korkuyorlar. Üzerinde anlaşılan 60 maddenin yaşalaşmasının hiç bir demokratik ilerleme sağlamayacağını söylemekten korkuyorlar. Tüm üyelerin katılımı ile ön seçim yapmaktan, CHP'ye üye olmakta bile nazlanan Sarıgül'ün aday yapılmasını talep eden sermaye çevrelerine hayır demekten korkuyorlar. Genel başkanı Alevi olduğunun öne çıkmasından korktuğundan Diyanet işlerine ayrılan bütçeye karşı çıkamıyorlar. Alkolikle, içki düşkünü olmakla suçlanırız diye Alkolle ilgili ve özel yaşamı kısıtlayan yasaları Anayasa Mahkemesine götürmekten korkuyorlar.

AKP'nin seçim barajı ile ilgili yasayı gündeme bile almamasına Apo'yu kızdırma korkusuyla bir şey diyemiyor BDP liderleri. Özel yetkili mahkemelerle seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri içeride olduğu halde Ergenekon'cu diye suçlanırız, AKP'yi kızdırırız diye korkuyorlar.

Hem AKP'yi ülkeyi bölünmeye götürmekle suçlayıp hem de ona karşı en yaygın protestolara üyeleri katılır diye korkuyor MHP liderleri. Anayasayı İmralı canisi ile yapıyorsunuz derken yine de Anayasa komisyonundan ayrılmaktan korkuyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de meclise girmemekten korkmuşlardı.

Bu kadar korkak politikacılarla bir sonuç almak gerçekten zor. Düşünün bu kadar korkusu olsa idi Kurtuluş savaşını başlatabilir miydi Atatürk?

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Okuduğum Son 8 Kitap

Uzun süredir okuduğum kitapları yazamadım. Bu arada sekiz kitap birikmiş. Çok yoğun gündeme karşın öncelikle bu sekiz kitaptan bahsetmek istiyorum.

1) Maya'nın Günlüğü/Isabel Allende/Can

Kitap Şili ve Amerika'da geçiyor. Oldukça sürükleyici. Hem Amerikan mafyasının hareketli, hem Şili köylüsünün sakin yaşamı bu kitabın içinde.

"... buna minga diyorlar, pek çok kişinin, ihtiyaçları olduğunda kendilerinin de yardımsız kalmayacağını bilerek para almadan bir işin ucundan tutmaları anlamına geliyor. Karşılıklı ilişkilerin en kutsal yasası bu : Bugün sana, yarın bana. ..."

"Anevrizma ölüme mahkum olmak gibi bir şeydir, bu da onu kaygısız bir insan haline getirdi, ama kayıtsız değil."

"Bazıları unutulmaz tiplerdi, Afganistan'da bir patlamadan sağ kurtulup sonunda adını bile hatırlayamadan kendini Las Vegas'ta bulan İndiana'lı o genç çocuk gibi. "Bacaklarını kaybediyorsun sana madalya veriyorlar, aklını kaybediyorsun, hiçbir şey vermiyorlar."

"... bu işten çok iyi anlayan Mike O'Kelly'nin sözlerini hatırlıyorum, bağımlılık gebelik gibidir der o, ya vardır ya yoktur, ikisi bir arada olamaz."

2) Kaplıcada Bir Konuk/Herman Hesse/AFA

Bir felsefe yazarının kaplıca gezi anıları.

"İyi ama büyük olan ne, küçük olan nedir? Önemli olan nedir, önemsiz olan ne? Bir psikiyatrist küçük rahatsızlıklara, küçük uyarılara, onurunun küçük çaptaki incinmelerine aşırı duyarlılıkla ve şiddetle tepki gösteren, oysa çoğunluğun pek kötü karşılayacağı acı ve sarsıntıları belki serinkanlılıkla sineye çeken bir kimseyi ruh hastası diye niteler. Beri yandan uzun zaman ayağına basılıp da bunu fark etmeyen, en berbat bir müziğe, en sefil bir mimari yapıya, en pis bir havaya sızlanıp yakınmadan katlanan, ama iskambil oyununda biraz bir şey kaybetmeye görsün masanın üzerine yumruğunu indiren, bağırıp çağıran bir insana ise normal ve sağlıklı bir gözle bakılır. ..."

3) Bora'nın Kitabı/Ayşe Kulin/Everest

Gizli Anların Yolcusu kitabının kahramanının yazdığı kitap anlatılıyor.

"Biz, Amerikalılarla Avrupalılar gibi, bir ruh doktorunun önünde tersyüz olmaya alışkın insanlar değiliz. İçimizi ya bir arkadaşa ya bir akrabaya dökerken rahatlarız ya da benim yaptığım gibi, dosya kağıdına. "

4) Düğümlere Üfleyen Kadınlar/Ece Temelkuran/Everest

Ece Temelkuran Arap Baharının kadınlarına ilişkin çok sürükleyici bir roman yazmış. Bu yolla hem Arap kadınının yaşamı hem de Arap baharına katılanların duygularını anlıyoruz.

"Erkekler sadece kadınların dünyasına hürmet ve hayret etseler yeter. O da işte erkeklerin kadınlara üflediği nefes olur. Kadınlar, sürekli yıkılan dünyalarını o hürmet ve hayreti gördüklerinde yeniden kurmaya kudret bulurlar. Kadınların bu kudreti büyüsü korkutur erkekleri. "Kadınların büyücülüğü" dedikleri bu."

"Çölün ortasında savaşla orantısız bir cıvıltı kullanımı. Bu küçük, kırık dökük okul binası, en temiz hislerle çizilmiş neşeli bir çocuk resmi sanki. Bütün köy çöl ise, bu biçimsiz bina vaha. Kadın ve çocuk sesinden bir serap. ... Çöl yolunu yitirmiş, kuru erkeklerden oluşan bir şey, vaha kadınlardan kurulu sulak bir kalp."

"Kontrolün kimde olduğunu hiç unutmaması lazım. Kontrolün sizde olduğundan bir an şüphelenmeyin. Anlar. Hiç bir şey anlamazlar ama bunu anlarlar; erkekler gibi!"

"Ben kahraman istemiyorum. Kızımı istiyorum!"
"Kızın bu işte! Hoşuna gitmedi mi?!"

"Yeni değil, hep içimizi ezdi bu memleket. Çok alçakca bir haksızlıkla mağlup edilmiş bir yetimi sever gibi seviyoruz biz onu. Memleket de az değil hani, hiç sevilmemiş bir yetim kadar vahşi. Biz başını okşayıp sarılmak isteyince bir daha onu terk edemeyelim diye bizi yiyip bitirmek istiyor. Canımıza kastetmesi bundan. Ne ki ben bu memleketin dişimin kovuğuna bile gitmem. Daha mühimi, hiç bir sıvı kan kadar susatamaz insanı. Beni yese, bu sefer başkalarına ağzı sulanacak."

5) Kaybın Türküsü/Kıran Desai/Can

İlk defa bir Hintli yazarın romanını okudum. Bir ulusu anlamak için o ulusa ait yazarlardan okunan romanların önemli olduğuna inanıyorum.

"Biju onu büyük ihtimalle bir daha görmeyeceğini biliyordu. Bu işlerin böyle olduğunu bugüne kadar öğrenmişti. Birileriyle iç içe yaşıyor, derken bir gecede onları yitiriveriyordunuz; gölge sınıfı böyle bir hareketliliğe mahkumdu. İnsanlar başka işler veya şehirlere gidiyor, sınır dışı ediliyor, eve dönüyor, ad değiştiriyorlardı. Bazen birisi bir köşede veya metrode karşınıza çıkıyor, sonra yine kayboluyorlardı."

"Fakat kazanç, ancak milletler arasındaki uçurumlardan, birbiri aleyhine çalışarak devşirilebiliyordu. Üçüncü Dünya'yı Üçüncü Dünya olmaya mahkum ediyorlardı. Bose ve oğlunu alt mevkilere zorluyorlardı."

6) Kırmızı/Uwe Timm/Can

Almanya'da eski bir komünist olan cenaze hatibinin romanı. Politik mücadeleden ölen bir eski arkadaş, yasak bir ilişki romana tempo sağlıyor.

"...Bir bodrumda oturur ve tartışırdık, ağır basan anım bu: tartışmalar, konuşmalar, konuşmalar ve karşı konuşmalar, insanın niye böyle olduğu, nasıl böyle olduğu, nasıl başka türlü olabileceği, olanın nasıl böyle olduğu, nasıl başka türlü olabileceği,... geçmiş zaman kipiyle çok konuşulurdu, şimdiki zaman kipiyle konuşulurdu, ama özellikle gelecek zaman kipiyle konuşulurdu. Oysa bugün hep andan söz ediliyor. ..."

"... şu anki durumumuzda, nasıl söyleyeyim, ondan bir teşvik gelmiyor, sevgiyi oluşturan şeyleri canlı, yani haz verici tutmak için bir teşvik gelmiyor, sonuçta duygular konserve edilebilir şeyler değil, aksine canlı varlıklar gibi onlar da soluk alıyorlar, osijenlerini bulmak için açığa çıkmaya ihtiyaçları var."

7) Sonsuza Kadar/Susanna Tamaro/Can

İnzivaya çekilmiş bir doktor. Roman kurgusunda hem kır yaşamı ve metropol yaşam ve insan hem de bu inzivaya çekilmenin nedenine iniyoruz romanda.

"Neden yıllarca dondurucu soğukta, yalnızlık içinde, rahat olmayan bir ortamda, birkaç turp ile iki lokma peynir üreteceğim diye, üstüne üstlük yanınızda bir kadın olmadan, seks yapmadan yaşadınız ve nasıl oluyor da hala mutlu olduğunuzu iddia ediyorsunuz? Bu kendi kendinize bir martaval."
"Ben de ona bir soru sordum: "Siz ısıtılan bir evde yaşıyorsunuz, cep telefonunuz, internetiniz, bir yığın arkadaşınız, istediğiniz kadar yiyeceğiniz var; canınız istedikçe seks yapıyorsunuz; peki mutlu musunuz?"

8) Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan/Demet Altınyeleklioğlu/Remzi Kitabevi

1. Dünya savaşı sonrası Kurtuluş savaşı öncesi İzmir ve Selanik'de geçen iki sevda öyküsü. İşgal öncesi dönemde bir Rum kızı seven bir Çanakkale şehit kardeşi genç.

688 sayfa olan romanı üç günde okudum bir çırpıda. Yazar sanki Dan Brown romanları gibi her bölümde bir merak içinde bırakıyor okuyucuyu.

"Öfkeyle 'bu son sözümdür' diyenler beni hep şaşırtmıştır. Hayatın, yolun ne bileyim her şeyin bir sonu olabilir. Ama söz bitmez. Sözün sonu olmamalıdır. Söz bitti mi, her şey biter."

"Ethem Bey'in gözlerine baktı. Hiç böyle bir şey görmemişti o güne kadar. Adamın gözlerinde kara ateşler yanıyordu sanki. Bir orman gibi tutuşmuştu Çerkez Ethem'in gözleri. Sanki onu da yakmak, ateşe vermek istercesine bakıyordu Cemil'e."

"Kayınpederi, Yunan derisini yüzse toprağını bırakıp gitmezdi. Nebile'yle ona kalınca Güllü de yanaşmazdı göçmeye. Hoş, Güllü he dese, onun içine sinmezdi iki ihtiyarla, gencecik bir oğlanı düşman eline bırakıp gitmek."

"Sen aptalsın Dimitris. Zamanın geçmiş senin. Iskartaya çıkmışsın sen. Artık insanlar senin gibi düşünmüyor, hayatı romantik bir serüven olarak görmüyor kimse. Gerçeklerin ve çıkarların peşinde insanlar."

13 Temmuz 2013 Cumartesi

48 Madde

Son zamanlarda CHP'nin en önemli hatası yeni Anayasa konusundaki tavrı oldu. Hem Kılıçdaroğlu Erdoğan'a "Diktatör", "Tiran" diyor hem de onlarla birlikte "demokratik" Anayasa yapmaya çalışıyor. Bunu ne anlamak ne de anlatmak mümkün değildir halka.

En sonunda komple bir Anayasa yapılamayacağı ortaya çıkınca -en başından belli idi bana kalırsa- üzerinde anlaşılan 48 maddeyi gelin çıkaralım dedi gündem değiştirme ustası Erdoğan. Bu vesile ile üzerinde anlaşılan 48 maddeyi okudum.

Kanaatim odur ki bu 48 madde çıksa bile demokrasimiz bir milim bile ilerleme kaydetmez. Neden derseniz öncelikle seçim barajlarının kalkması, lider sultasına son verilmesine destek olacak hiç bir madde yok öncelikle. Sonra 12 Eylül Anayasasında olan her özgürlüğün ardından nasıl kısıtlanacağını anlatan, kısa ve net maddeler yerine uzun ve muğlaklık içeren madde yazım tarzı korunuyor. Bir örnek verirsek toplantı gösteri yürüyüşü hakkı mevcut Anayasada olduğu gibi önceden izin alınmadan denilmekle birlikte ardından yönetimin ne gibi hallerde kısıtlama getireceği belirtiliyor ki; temel haklarda en ufak bir "ama" bu ülkede nasıl kullanılıyor çok açık. Darbeye "ama"sız karşı çıkın diyenler maddeleri yazarken bir çok "ama", "ancak" anlamında ibare eklenip temel hürriyetleri biçmeye kapı açmışlar, muhalefet mensupları ise ağzı açık bakmışlar anlaşılan.

Gelin açık olun, otokratik anlayış ile Anayasa yapılmayacağını açıklayın, seçim barajı, tutukluluk süresinin her durumda 3-4 yılla kısıtlanması gibi maddeler geçmeden bu işe girmeyin. AKP'nin bir oyununa daha gelmeyin!



10 Temmuz 2013 Çarşamba

TORBA

Kanunlar torba,
Adalet çorba,
Başımızda zorba,
Halkımız zorda.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Eskiye Dönüş Var mı?

Gezi parkı ile başlayan halkın direnişinden geriye dönüp, %50 oy oranlarıyla Türkiye'yi AKP rahat bir şekilde yönetebilir mi? Bu direniş bir saman alevi gibi yanıp sönen, seçimlere hiç yansımayacak olabilir mi?

Kesin ve açıklıkla yanıtlayayım ki HAYIR.

12 Eylül darbesi ile partilerin kapatıldığı, kitapların yakıldığı dönemin etkileri altında doğmuş, bireyselliğin öne çıkarıldığı Özal ve sonrası dönemde yetişmiş kuşaklar ilk defa dayanışmanın, birlikteliğin, direnişin, halkın sorunlarına sahip çıkmanın güzel zehirini tattı. Bu tadı yıllar önce tadan bizler nasıl bu mücadeleden hiç vazgeçmedi isek, vazgeçenler bile yine de o özlemi her zaman andıysa bu gençler de bu tadı asla unutmayacaklar.

Bunun sonucu ne olur. Bir kere artık Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün değildir. Çünkü birinci turda %50 oy alması imkansız hale geldi kendi yanlış tutumlarıyla.
İkinci turda ise her kim olursa olsun karşısında kim varsa o seçilecektir. Bunu görmesi Erdoğan'ı çileden çıkarmaktadır. 3. dönem kuralını değiştirmek zorunda kalabilir.

Ayrıca sandığa gitmeyen %15 içinde önemli yer tutan gençler ve eğitimli kesim bu kez sandığı pek ihmal etmeyecektir. Bu da dengeleri değiştirecek önemli bir etken olacaktır.

Medya'nın yalancı yüzünün ortaya çıkması da medya da pohpohlanan iyi ekonomi, ileri demokrasi, barış süreci konusunda bir çok kişide tereddütler uyandırmıştır. Şüphecilik her zaman için gericilerin aleyhine çalışacaktır.

Halen AKP birinci partidir, muhalefet yetersizdir ama ortak akıl ile yerel seçimlerde verdirilecek kayıplar genel seçimlerde de AKP'yi tek başına iktidar olamaz hale getirebilecektir.

Dünden çok daha umutla bakıyoruz geleceğe. Siz de umudunuzu taze tutun.





14 Haziran 2013 Cuma

Gezi Parkı ve Direnişi ve İşlenen Suçlar

Gerek bir çok medya kuruluşunun yayınlarınan, gerek sosyal medyadan gerekse gözlem ve duyumlarımdan yola çıkarak Gezi Parkı direnişi sırasında halka karşı işlendiğini düşündüğüm aşağıdaki suçları gündeme getirmek istiyorum.

Biber gazlarının 45 derece açı yerine dik açı ile insanlara atılması sonucu doğan yaralanma ve sakatlıklar. Bu kullanım yasaklanmasına karşın uygulayan polisler için ne gibi soruşturma açılmıştır?

Süresi geçmiş biber gazı kullanılmışmıdır? Kullanıldı ise bunları sağlayanlar hakkında ne gibi işlem yapılmıştır?

Portakal gazı gibi yasaklı gazlar kullanılmışmıdır? Kullanılmışsa bunları kim temin etmiştir? Temin eden ve kullananlar hakkında her hangi bir işlem yapılmışmıdır?

Kask numaralarının kapatılması. Kask numaralarını kapatan polislere göz yuman amirler hakkında bir soruşturma açılmışmıdır?

Tabanca ile topluluğa ateş edilmesi. Ateş edenler ve izin verenler hakkında soruşturma açılmışmıdır?

İnternet çıkışlarının durdurulması. Bir çok ilde özellikle genişbant tekeli olan sağlayıcılar tarafından internet çıkışlarının olaylar sırasında durdurulduğu, yavaşlatıldığı, bağlantıların kesildiği ifade edilmektedir. Bu haberleşme özgürlüğünü kısanlar hakkında ne gibi bir işlem yapılmıştır.

Mobil operatörlerde dahi twitter ve facebook çıkışının yavaşlatıldığı, durdurulduğu iddia edilmektedir. Bu bütün twitter ve facebook kullanıcılarını baştan suçlu ilan eden ve anayasaya aykırı emirleri verenler ve uygulayanlar hakkında ne işlem yapılmıştır?

Medya kuruluşlarına direnişi yayınlamaması için baskı yapılmış mıdır? Bunlar hakkında işlem yapılmış mıdır?

Bütün bunlara göz yuman, işlenen suçları soruşturmayan savcılar hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve HSYK ne işlem yapmıştır?

Ancak bütün bunların şeffaf olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilebilinir!

1 Haziran 2013 Cumartesi

Halk Yeter Dedi

Zindanlara, susturulan medya ve gazetecilere, yıllar süren tutukluluklara, istediğin teröriste illerimizi, ilçelerimizi teslim etmelere, ırmaklarımızı, canım dağlarımızı mahveden çevre katliamlarına, köprü adlarında bile mezhepçiliğe ve ayrımcılığa, halkın yaşam biçimine alenen müdaheleler ve her şeyden ötesi kendi halkına düşman gibi davrandırdığın polisin biber gazı, plastik mermi ve tazyikli sularına YETERRRRRRRRRRRRRRRR dedi HALKIMIZ.

Hayatının en büyük hatasını yaptın! Üstüne fazla gidilen bir kedinin bile ASLAN KESİLECEĞİNİ hesaplayamadın. Biber gazı stokları ve elindeki medya seni kurtaramadı!

Bu iktidardan düşmenin başladığı ilk günüdür. 31 Mayıs 2013 tarihe geçecektir. Uyanan halk gücünün bilincine vardı. Ok yaydan çıktı.

Halkın zaferi kutlu olsun!

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Nereden Nereye

Nereden Nereye geldik farkında mısınız?

Yurtta Sulh Cihanda Sulh'tan yeni küresel liderleri savaşa ikna etmek için on bin mil yapan başbakanlara.

Misaki Milli sınırlarını korumayı asli vazifesi bilen bir ordudan sınırları eli silahlı geçiş fotoğraflarını yayınlayan yüzlerce teröristi göremeyen, duyamayan bir genel komutana.

Tekke ve zaviyelerin kapatıldığı bir ülkeden baro başkanlarını yargılarken tespih çeken yargıçlara.

Diktatörlerle mücadele ederek kurulmuş ve serpilmiş sosyalist partilerden diktatörleri eleştirenleri susturmaya çalışan enternasyonellere.

Her taşı toprağı kanla kurtulmuş bir ülkeden her taşından rant çıkartan yönetimlere.

Bu gidişe dur demek elinizde!

5 Mayıs 2013 Pazar

3. Hava Limanı Efsanesi

Öncelikle her sözünden şüphe etmemiz gereken iktidarın 3. Hava alanı ihalesi gerçekten başarı mı ona bakalım.

Bir kere 3. alan değil bu alan olunca "ATATÜRK" hava limanı kapatılacak. Ne tesadüf değil mi? Bu alan 2. alan olacak İstanbul'da.

İkincisi neden Sabiha Gökçen genişletilmedi, Çorlu kargo için Avrupa yakasında zorunlu hale getirilmedi, AHL için Sefaköy bölgesinde nispeten ucuz kamulaştırma ile genişleme, E5'in bu kısmının yer altına alınması gibi olasılıklar neden denenmedi veya bunların maliyetleri neden kıyaslamalı olarak karşımıza konulmadı sorusu yanıtlanmalı.

Üçüncüsü devletin cebinden beş kuruş çıkmayacak palavrasına gelince. TAV'a erken sözleşme bitirme için ne ödenecek? AHL için uzatma ihalesi açılsa idi ne rakamı bulurdu buna bakmadan bu rakama bakmak yanlış olur. Peki kamulaştırmaları kim yapacak? Devletin ödeyeceği kamulaştırma bedeli ne olacak?

Dördüncüsü 1.5 milyon ağaç taşınacakmış. Dün bir uzman o ağaçların yanında hepsinin taşınmasının (kurumayacak şekilde) teknik olarak mümkün olmadığını net olarak ifade etti. Yüz yıllık bir ağaç sökülüp 1 yıllık fidan dikerek İstanbul'un mahvına yeni bir katkı yapacaktır bu alan.

Beşincisi bu alan aslında yapımı rantçılar dışında anlamsız olan 3. köprüye iş hacmi ve mana kazandırmak için yapıldığı ortadadır. Hava alanı trafiği ve o sayede oluşacak rant ile yeni yerleşimlerin trafiği ile 3. köprü mecburen anlamlı hale gelecektir.

Altıncısı yapımı bitmek üzere olan Haliç Metro geçiş köprüsü ile metrolar AHL'ye kadar bağlanacakken yeni alana devlet metroyu bedava mı götürecek. Onlarca kilometre metro neye mal olacak?

Ancak işgal altındaki ülkelerin medyası bu kadar yalanı büyük bir başarı diye sunabilir. Yuh olsun onların gazeteciliğine!

20 Nisan 2013 Cumartesi

OKUDUĞUM SON 6 KİTAP

1)Colombre/Dino Buzzati/CAN

Çok güzel bir öykü kitabı. Sisteme güzel eleştiriler var bu öykülerde.

"Azizin Çöküşü" öyküsünden.

Ermogene gene evet işareti yaptı.
"İyi, ama onların yazgılarına ilişkin ne biliyorsun ki? Şöhret hayali kuruyorlar, ama belki de başarısız olacaklar; zenginlik istiyorlar,ama açlık çekecekler, aşka hayali kuruyorlar ve ihanete uğrayacaklar, uzun bir ömürleri olacak sanıyorlar, ama yarın ölecekler."

"İki Sürücü" öyküsünden.

"İşte benden istediği bu kadar azdı. Ama ben o iğrenç bencilliğim yüzünden bunu bile esirgiyordum. Çünkü ben evlattım ve evlat bencilliğim içinde onu ne kadar çok sevdiğimi anlamayı reddediyordum. Şimdi şu dünyanın son dilimi olarak iki yabancı sürücünün anlattığı fıkraları, konuşmaları dinlemek zorundaydı. İşte hayatın ona son armağanı buydu."

"Direksiyondaki Canavar" öyküsünden.

"Duyduğuma göre burada, Cehennem'de otomobillerin direksiyonuna özel bir cila sürüyorlarmış ve bu doktor Jeykıll'ın karanlık içgüdülerini azdıranı andıran bir tür uyuşturucuymuş. Belki de bu nedenle aslında uysal ve sakin olanlar bir otomobilin sürücü koltuğuna oturur oturmaz kaba küfürbazlara dönüşüyorlardır. ..."

2) O Muhteşem Hayatınız/Oya Baydar/CAN

Bu romanında Oya Baydar 1938 Tunceli olaylarını geri plana alıyor. Bu romanı okuyup bu konuyu merak etmeyip, deşmeye çalışmayacak pek olmayacaktır sanırım. Bir çok konuda kuşkular düşüyor içinize.

"Turandot'un doğru cevaplarını Calaf'tan başka kimsenin veremediği üç sorusunu bunca yıl sonra İtalyanca,Almanca,Türkçe tekrarlayabiliyorum hala:
"Geceyle gelen, güneş doğunca kaybolan kanatlı hayalet nedir?" Doğru cevap : Umut..."Ölüm yaklaşınca akan,zafer tutkusunu kabartan, gün batımı renginde, aleve benzeyen şey nedir?" Cevap : Kan... "Hem buz, hem ateş olan, özgür kişiyi köle yapan, esirden kral yapan kimdir?" Cevap : Turandot..."

"Ah, fotoğraflar!" dedi Arya derinden gelen bir sesle, "Fotoğraflarda hep gülümsenir, içiniz ağlarken bile 'çizzz' derler, 'hadi gülümse'. Fotoğraflar yanıltıcıdır,çoğu zaman kandırır, gerçeği saklar. Fotoğraflara güvenemezsiniz."

"Gerçekten habersiz misiniz, yoksa habersizi mi oynuyorsunuz? diye sordu öfkeliden çok düşünceli bir sesle."

"Tövbe. Tövbe, Düzgın Baba şahittir. Bu topraklarda, sabi sübyan dışında günahkara ilk taşı atacak kimse yoktur. Dün yoktu, bugün de yok. Burası kanla yuğulmuş topraktır. Bir toprak kanla yuğulmuşsa mazlumlara bile kan bulaşır...."

3) Arafat'ta Bir Çocuk/Zülfü Livaneli/DK

Zülfü'nün ilk edebi eseri olan öyküler.

"Mehmet Özver'in hiç bir firma temsilcisi ile dostluğu yoktu.Yollarda zorunlu olarak karşılaşıyorlar, aynı lokantayı, aynı oteli paylaşıyorlardı. Aralarındaki o yapmacık neşeye, yapmacık içtenliğe katlanamıyordu. Bir de fazla ilgisini çekmiyordu işi. Yaşamını çevreleyen her şeyden olduğu gibi işinden de nefret ediyordu. ..."

4) Demian/Herman Hesse/AFA

Hesse'den okuduğum bu ikinci kitap yazara daha da ısındırdı beni.

"Bizler, kişiliğimizin sınırlarını her zaman gereğinden çok dar çizeriz. Yalnızca bireysel bakımdan değişik gördüğümüz şeyi, kendi kişiliğimizi kapsamı içine alırız. Oysa dünyadaki her şey bizde, bizim her birimizde vardır; nasıl ki bedenimiz başlangıcı balığa ve hatta ondan da gerilere uzanan bir gelişim sürecinin izlerini kendisinde taşıyorsa, ruhumuz da şimdiye kadar insan ruhlarında yaşamış her şeyi kendisinde saklı tutar. Yunanlılarda olsun, Çinlilerde olsun ya da Zulu'larda, şimdiye kadar gelip geçmiş bütün Tanrı ve şeytanlar tümüyle bizim içimizde yaşar, imkan, istek ve çıkış yolu olarak içimizde hazır beklerler."

5)Bir Ses Böler Geceyi/Ahmet Ümit/Everest

Ahmet Ümit bir Alevi köyündeki Cem törenini esrara büründürüp romanlaştırmış.

"Bak İsmayil, diyorum, şu mor koyunlara bak, ot buldular mı yiyorlar, su buldular mı içiyorlar, serin bir köşe buldular mı kıvrılıp yatıyorlar; ne dertleri var, ne düşünceleri, sana mı kaldı Hakk'ın sırrına ermek?"

"İstanbul'da insanlar itişerek yaşar. Zengini de, fakiri de para peşindedir. Bu şehrin insanlarının gözü hiç doymaz. Bektaşi'nin bir lokma bir hırka sözü burada geçersiz kalır. Paran varsa herkes sana saygı gösterir, yoksa kıymeti kadir bilinmez. ..... Orada kimse dedeyi, piri takmaz. Kendilerine örnek seçtikleri kişi ya inşaat sahibidir ya da müteahhit."

"Onları ilk tanıdığında hepsi gençti. Yalnızca fiziksel görünümleri, biyolojik yaşlarıyla değil, duygularıyla da hepsi gençti. Yıllar önce dernekte seminer dinlerken ya da bir forum sırasında, yahut bir cenaze töreninde arkadaşlarının gözlerinden yansıyan o parıltıyı anımsadı. Belki de bütün giz o parıltıdaydı."

6) Ölü Canlar/Gogol/Akvaryum

Gogol'un en önemli eserini yeni okuyabildim. Feodal Rus köy düzeni, serfler, memurlar arasındaki ilişkileri anlatıyor. Buradaki iki yüz yıl önceki Rus memurun davranışı ile bugünkü bizdeki memurlar ne kadar da benziyor.

"Bir insan böyle alçalabilir mi? Bu kadar cimriliğe, bu kadar bayağılığa, bu kadar miskinliğe düşebilir mi? Gerçeğe yakışır mı bu? Bütün bunlar, gerçek. İnsan yaradılışı, her şeyi yapabilir. Bugün kanı kaynayan delikanlı, günün birinde başına gelecek olan yaşlılığın resmini görcek olsa, korkudan sıçrar."

"... Ne var ki, kadın kalbini deşmek demek, çok tehlikeli bir oyun demektir. Biz de pek ileri gitmeyelim ve konumuza dönelim."







14 Nisan 2013 Pazar

CHP neden yalpalıyor?

Halen sürece "barış" süreci diyebilen CHP'liler var. İzmir belediye başkanı Aziz Kocaoğlu Diyarbakır'a gidip barış sürecine katkıda bulunacakmış.

Kimi CHP'liler bu sürecin çözülme ve terör örgütü ile birlikte anayasa yapma süreci olduğunu doğru bir şekilde tespit ederken kimilerinden neredeyse sürece destek veren tavırlar görülünce halkın tepkisi bastırılıyor.

CHP bu süreçte bile, bu kadar net bir tablo karşısında bile muhalefet niye yapamıyor? Niye MHP'nin yaptığı açıkça karşı koymayı yapacak cesareti yok?

Çünkü kendisinin "barış istemeyen", "anaları ağlatmak isteyen", "kafatasçı milliyetçi" olarak suçlanacağını düşünüyor.

Peki suçu ne olduğu belirsiz Haberal ve Balbay'ı 4 yıldan fazla hapiste tutmaya devam ederek nasıl barış sağlanacak? YÖK'e hayır diyen genç yıllardır tutuklu olarak içeride yatarken teröristlere elini kolunu sallayarak, silahlarla yüz binlere hitap etme şansı tanıyarak nasıl barış sağlanacak?

İrlanda'da barış gelirken İngiliz adı yasaklandı mı? BASK ile barış sağlamak adına İspanya'ya İspanya dememeye mi karar verildi? Güney Afrika'da Mandela öncülüğünde siyahlar iktidara gelip beyazları içeri atarak mı barış sağlandı?

CHP barışın böyle olmayacağını, AKP ile Anayasa dahil hiç bir konuda işbirliği yapmayacağını, sürece tüm yurt çapında kitlesel olarak karşı çıkacağını ve buna tüm yöneticileri ile sahip çıkacağını göstermedikçe sadece AKP'nin değirmenine su taşıyor olacaktır.

Bu CHP için son şanstır!

31 Mart 2013 Pazar

Sınır Dışına Çıkma

Başbakan katıldığı TV programında silahları bırakır sınır dışına giderler diyor. Eğer bırakmadan gitmelerine dair kanun çıkarılırsa Anayasa'ya aykırı olurmuş bu yasa.

Ben de diyorum ki silahsız da olsalar elini, kolunu sallayarak sınır dışına çıkmaları da hukuksuzdur. Eğer bu PKK üyeleri için serbestse o zaman bizim sınırlarımızın açık sınır olduğunu, giriş, çıkışların serbest olduğunu ilan edelim. İsteyen istediği yerden yurt dışına çıksın. Bakalım AB,BM ne diyecek buna!

O zaman niye Sarai Sierra'nın katilini Suriye'den getirdiniz. Her katile silahı bırakırsa sınırı geçme izni tanınmalı ve bu iş burada biterek bazı aymazların istediği "barış" sağlanmalıdır.

Barış ancak vicdanların rahat ettiği, cezaların çekildiği, haksız yere içeride yatılmadığına, adalet olduğuna inanıldığı , bir tarafın bayram diğer tarafın kan ağlamadığı bir denge ile gelir.

Diktatörlerin barış getirdiği tarihde görülmemiştir.


17 Mart 2013 Pazar

Korkak CHP'den fayda yok

Dün toplanan ve çözüm diye adlandırılan çözülme sürecini görüşen CHP parti meclisi halkı hayal kırıklığına uğrattı.

Erdoğan'a yaptıkları çağrıya bakarsak:

- Samimiyet bekliyorlar. Bunun beklenemeyeceğine dair binlerce olay oldu. Ancak salaklar binlerce olaydan sonra ders almaz.

- T.C. hukuk kuralları dışına çıkmamalı imiş. Hapisteki terör örgütü lideri ile terör örgütü yönetimi arasında ismi bile hükümetçe belirlenen milletvekilleri ile yazılı mesajlar alıp, vermek, bunlara aracılık etmek hangi hukuka uygun. Bunun hangi maddelerin ihlali olduğuna bakmak için hiç mi hukukçu yok CHP'de?

- Gizli ajandası olmayacakmış. Gizli ajandası olmayan dün terör örgütünün erlerine sarılanların dokunulmazlıklarını kaldırmaktan söz ederken bugün terör örgütünün generalleri ile resim çektirmeye ses çıkarmayanın nasıl gizli ajandası olmayacakmış!

- Açık ve şeffaflık talebi. Siz CHP'nin bu konudaki tavrı için bile açık ve şeffaf olamazken hiç bir şeffaf olmamış Erdoğan'dan bunu beklemek ne kadar samimi!

İsmet İnönü olsa idi bu korkak tavrın vatana ihanet olduğunu net bir şekilde söylerdi. Terör örgütü ile görüşmeye karşı çıkmayan bir CHP benim gözümde bitmiş ve halkı kazanma için son fırsat da geçmiştir.

2 Mart 2013 Cumartesi

Öcalan Anayasasına Hayır

Gerek açıklamaların, gerek basına sızan tutanakların artık netleştirdiği gibi yeni Anayasa pazarlıkları, tasarıları Öcalan ile yapılmakta.

Dün "Bebek Katili", "Terörist başı" dediği kişi ile Anayasa maddeleri tartışmak ne kadar samimiyet sayılır halkımız takdir edecektir. Başkanlık sistemi getirip, başkan seçilebilmek için bu pazarlıklara girenleri, Türk olmayı utanılacak bir şey yapmaya çalışanları ben de tarih de affetmeyecek.

Apo bölünmeden vazgeçip demokrasi ile yetinelim diyormuş. Demokrasiyi neredeyse 12 Eylül döneminden daha geriye getiren bu iktidar ile mi demokrasi ilerleyecek.

Barış getiriyoruz, Analar ağlamasın klişelerinin arkasına sığınarak hem Türk hem de Kürt halkına atılacak yeni bir kazık olacak bu Anayasa'ya şimdiden, tereddütsüz, binlerce kez HAYIRRRRRRRRRR!

16 Şubat 2013 Cumartesi

E-REÇETE

Gündeme gelip pek üzerinde durulmayan kağıt reçetenin kalkması konusuna değineceğim. Artık kağıt israf olmayacak diye sevinebiliriz belki ama biraz daha derine bakalım.

Elektronik reçete sistemi yeterince güvenli mi? Acil bir ilaç almaya gittiğinizde sistem çalışmıyor, sistem yavaş durumu ile ne kadar karşılaşılıyor. Görünen o ki yeterli bilişim altyapısı sağlanmadan sisteme geçilmiştir.

Daha önemli bir konu ise bu sistem ile her doktor, eczacı hepimizin sağlık durumu ve geçmişi bilgisine erişecek. Halbuki bana o an bakmakta olan doktor, ilaç almaya gittiğim eczane, yattığım hastane dışında kimse medikal kayıtlarıma ulaşamamalı. Parmak izi, damar veya yeni kimlik kartları ile güvenlik sağlanmadan bu uygulama çok suistimale açıktır.

Örneğin hasta veya yakını hiç doktora gitmeden telefonla e-reçete yazdırıp bulunduğu yerden alabilir.

Bu yolla devletin elinde sadece yaptığımız her görüşme, attığımız her emailin kaydı, gönderdiğimiz her havale, yaptığımız her seyahatin bilgisi olmakla kalmayacak sağlık durumumuzu da yakından bilecek.

Nitekim bunun sakıncalı olacağı anlaşılmış ki uygulamanın ertesi günü tüm doktorlara milletvekili ve ailelerine kağıt reçete yazılabileceğine dair genelge gönderilmiş. Ne diyelim vatandaşın her şeyi meydanda , vekillerin ki kapalı.

13 Ocak 2013 Pazar

OKUDUĞUM SON 3 KİTAP

1) Tehlikeli İlişkiler/Choderlod de Laclos/Bordro&Siyah

Tek bir kitapla klasiklerin arasında yer alan bu kitap ahlak ve insan ilişkileri üzerine mektuplardan oluşan bir roman. İnsanın yıllar içinde pek de değişmediğini bu romandan da anlıyoruz.

"Bizim çekingen sofu dilber cesaret edip gözlerini kaldıramıyor, bir sözcük söyleyemiyordu; telaşını gizlemek için mektuba göz gezdirir gibi gözüküyordu, ama okuyacak halde değildi."

"Dediğine göre odası, kocasınınkiyle aşığınınkinin arasında olduğu için Vressac'ı çağırmaktansa kendisi ona gitmeyi daha uygun bulmuş; ben de odasının karşısında yattığım için kendisinin benim odama girmesi daha bir ihtiyatlılık olur diyordu : "Hizmetçi yanımdan çıkar çıkmaz kalkar gelirim; siz kapınızı aralık bırakıp bekleyin." dedi.

"Öğütleriniz için de böyle diyeceğim; değerlerini anlıyorum, ama tutmak elimden gelmiyor."

2) Çıplak Deniz Çıplak Ada/Yaşar Kemal/YKY

Uzun zamandır beklediğim "Bir Ada Hikayesi" serisinin dördüncü kitabı çıktı. Her ne kadar haddim olmadığı değerlendirilecekse de ; çok iyi bir okur ve edebiyat aşıkı olarak bu eleştiriyi yapmalıyım.

267 sayfa olan kitap gerek eski bölümlerden gerekse kendinden o kadar çok tekrar, yineleme içeriyor ki 67 sayfada aynı metin hiç bir tadından eksilme olmadan yazılabilirdi. Zaten uzun betimlemeler Yaşar Kemal okurları için alışıldık bir durum ama bu kadarı da okura haksızlık dedirtti bu roman.

"Gidin efendim, Kazdağını görmeyen cenneti görmemiş demektir. Kazdağı bin pınarlı olduğu gibi, binbir çiçeğin de dağıdır. Dağ ağzına kadar binbir kokuyla doludur. Dağın dibinden geçenin bile kokulardan başları döner. Biz çok eskilerden bu yana Kazdağını görmeyen, orda az da olsa yaşamayan, bu dünyaya geldim demesin deriz."

"Sen eskiden, yalnız iyi olanlar, zulüm etmeyenler, tüyü bitmemiş çocukların,yetimlerin hakkını yemeyenler, insan öldürmeyenler, insan öldürenleri, insan öldürtenleri insan saymayanlar, öteki insanları küçümsemeyenler, insanın insanı sömürenlerini insanlık dışına atanlar, doğduğundan ölümüne kadar savaşlara karşı olanlar bu kokyu koklayabilirler dememişmiydin?"

"Melek Hatun bizim düşündüklerimizin hepsini düşünmüştür. Bizim düşündüklerimizin kim bilir kaç mislini düşünmüştür. Biz onun yanında ne kadar okumuşsak okumuş olalım, biz babamızı bilirsek bilelim onun kadar babamıza ulaşamayız."

3) Narziss ve Goldmund/Herman Hesse/YKY

Bu klasik felsefi romanda mantık ile duygunun, ilim ile sanatın çelişkisini, sevgileri, göçebeliği, vebayı, ölümü ve anne olgusu ve sevgisini buluyoruz. Okumayan kalmamalı.

"Goldmund:"Her akıllı çocuğun da yaptığı şeydir bu. Kralı bakışından tanır hemen ya da duruşundan. Sözün kısası, siz bilginler burnu havada kimselersiniz, bilimle uğraşmayan bizlere aptal gözüyle bakarsınız hep. Oysa bilimsiz de çok akıllı, çok zeki olabilir insan.""

"Doğru, Goldmund'cuğum, sende şaşılacak şey değil bu, çünkü henüz pek gençsin, sevimlisin ve yüzünde öyle masum bir ifade var ki, her kapıyı açar sana. Kadınların hoşuna gidecek bir tipsin, seni gören erkeklerse şöyle düşünür yalnız: Aman canım, zararsız biri, kimseye kötülüğü dokunacak gibi değil! Ama sana şunu söyleyeyim ki dostum, insan yaşlanıyor zamanla, çocuksu yüzde bir sakal beliriyor, kırışıklıklar ortaya çıkıyor, ayağındaki pantalonda delikler açılıyor, bir de bakıyorsun kapıların yüzüne kapatıldığı muşmula suratlı biri olmuş çıkmışsın, yüzündeki gençlik ve masumluk gitmiş, gözlerini bir açlık ifadesi bürümüş, bu vakte kadar da insanın biraz kaşarlanıp dünyanın kaç bucak olduğunu öğrendi mi ne ala, yoksa çok geçmeden çöplükte bulur kendini, köpekler gelir işer üzerine. ..."

"Belki, diye geçirdi içinden, tüm sanatın, tüm us'un kökeni ölümden duyulan korkudur. Bizler ölümden korkarız, gelip geçiciliğimiz tüylerimizi diken diken eder, boyuna çiçeklerin sararıp solduğunu, yaprakların döküldüğünü görüp hüzünlenir, bizim de ölümlü olduğumuz ve çok geçmeden sararıp solacağımız bilincini yüreğimizde taşırız. ..."

"Ya Goldmud'un kendisi, kendisi de ne kadar nazlı ve şımarık biri olup çıkmış, yozlaşıp bozulmuş, kentin bu semiz insanlarına ne kadar iğrenç derece de benzemişti!"

"Yersiz yurtsuz bir göçebe nazik ya da kaba, hünerli ya da beceriksiz, cesur ya da korkak olabilir, ama yüreğinin derinliklerinde bir çocuktur, ilk günde yaşar hep, dünya tarihinin başlamasından önceki ilk günde; yaşamını pek az sayıda yalın içgüdü ve gereksinim yönetir."

"Ne bileyim, belki aptalca bir şey. Ama gerçekten merak ediyorum. Öbür dünyayı değil, Narziss, bunu pek düşündüğüm yok, açıkça söylememe izin verirsen, böyle bir şeye inanmıyorum artık. Öbür dünya diye bir şey yok. Kurumuş bir ağaç dirilmez hiç, soğuktan donmuş bir kuş bir daha hayata dönemez, ölmüş bir insan da tıpkı bunun gibi. Aramızdan ayrılıp gitti mi, belki bir zaman düşünür, anımsarız kendisini, ama bu da uzun sürmez. Hayır, ölümü merak etmemin tek nedeni, anneme götüren yolun üzerinde bulunduğuma hala inanışım ya da bunu bir düş olarak içimde yaşatmam. Öyle umuyorum ki ölüm büyük bir mutluluk olacak benim için, ilk sevisel hazzın mutluluğu kadar büyük bir mutluluk. Azrailin değil, annemin beni hiçliğin ve masumiyetin içerisine götürüp bırakacağı düşüncesinden bir türlü kendimi kurtaramıyorum."

6 Ocak 2013 Pazar

Erdoğan'ın Samimiyetine Güvenmek

Dün Kılıçdaroğlu Erdoğan ve AKP'ye samimi olmaları şartıyla bir kredi daha verdi.

AKP zihniyeti ve Erdoğan samimi olmadığını defalarca kanıtladı halbuki. Önce AB yolunda güya büyük adımlar, sonra AB raporlarını çöpe atma. Önce Alevi açılımı sonra Cemevi'ne yasak, Sivas katliamının zaman aşımı. Önce siz idam etmediniz, biz olsaydık idam ederdik, sonra heyetleri Ada'ya gönderme. Önce görüşmedik, görüşen şerefsizdir, sonra ben görüşmedim, temsilcim görüştü. Önce koster aylarca bozuktur sonra neredeyse yatla ağırlanır misafirler. 4+4+4'de vekillerinizi çiğnedi, Anayasa görüşmeleri başkanlık dayatması ile tıkandı.

Daha ne samimiyeti bekliyorsun. Bu CHP'yi bitiren adım oldu bence.

Muhalefet önce AKP ve Erdoğan'ın samimi olmadığını bıkmadan, usanmadan halka anlatmakla başlar. Halkın zaten çeşitli kuşkuları oluştu. Bunun üstüne gitmek yerine verdiğiniz kredi sizi batıracak Kılıçdaroğlu haberiniz ola.

Bunu barışa şans vermek gerek diye izah edecekler olacaktır. Barışa samimi olarak inananlar barışı getirir, ABD'nin Ortadoğu planları ve kendi oy hesaplarından barışa bakanlar barışı değil batışı getirirler.