Uzun süredir okuduğum kitapları yazamadım. Bu arada sekiz kitap birikmiş. Çok yoğun gündeme karşın öncelikle bu sekiz kitaptan bahsetmek istiyorum.
1) Maya'nın Günlüğü/Isabel Allende/Can
Kitap Şili ve Amerika'da geçiyor. Oldukça sürükleyici. Hem Amerikan mafyasının hareketli, hem Şili köylüsünün sakin yaşamı bu kitabın içinde.
"... buna minga diyorlar, pek çok kişinin, ihtiyaçları olduğunda kendilerinin de yardımsız kalmayacağını bilerek para almadan bir işin ucundan tutmaları anlamına geliyor. Karşılıklı ilişkilerin en kutsal yasası bu : Bugün sana, yarın bana. ..."
"Anevrizma ölüme mahkum olmak gibi bir şeydir, bu da onu kaygısız bir insan haline getirdi, ama kayıtsız değil."
"Bazıları unutulmaz tiplerdi, Afganistan'da bir patlamadan sağ kurtulup sonunda adını bile hatırlayamadan kendini Las Vegas'ta bulan İndiana'lı o genç çocuk gibi. "Bacaklarını kaybediyorsun sana madalya veriyorlar, aklını kaybediyorsun, hiçbir şey vermiyorlar."
"... bu işten çok iyi anlayan Mike O'Kelly'nin sözlerini hatırlıyorum, bağımlılık gebelik gibidir der o, ya vardır ya yoktur, ikisi bir arada olamaz."
2) Kaplıcada Bir Konuk/Herman Hesse/AFA
Bir felsefe yazarının kaplıca gezi anıları.
"İyi ama büyük olan ne, küçük olan nedir? Önemli olan nedir, önemsiz olan ne? Bir psikiyatrist küçük rahatsızlıklara, küçük uyarılara, onurunun küçük çaptaki incinmelerine aşırı duyarlılıkla ve şiddetle tepki gösteren, oysa çoğunluğun pek kötü karşılayacağı acı ve sarsıntıları belki serinkanlılıkla sineye çeken bir kimseyi ruh hastası diye niteler. Beri yandan uzun zaman ayağına basılıp da bunu fark etmeyen, en berbat bir müziğe, en sefil bir mimari yapıya, en pis bir havaya sızlanıp yakınmadan katlanan, ama iskambil oyununda biraz bir şey kaybetmeye görsün masanın üzerine yumruğunu indiren, bağırıp çağıran bir insana ise normal ve sağlıklı bir gözle bakılır. ..."
3) Bora'nın Kitabı/Ayşe Kulin/Everest
Gizli Anların Yolcusu kitabının kahramanının yazdığı kitap anlatılıyor.
"Biz, Amerikalılarla Avrupalılar gibi, bir ruh doktorunun önünde tersyüz olmaya alışkın insanlar değiliz. İçimizi ya bir arkadaşa ya bir akrabaya dökerken rahatlarız ya da benim yaptığım gibi, dosya kağıdına. "
4) Düğümlere Üfleyen Kadınlar/Ece Temelkuran/Everest
Ece Temelkuran Arap Baharının kadınlarına ilişkin çok sürükleyici bir roman yazmış. Bu yolla hem Arap kadınının yaşamı hem de Arap baharına katılanların duygularını anlıyoruz.
"Erkekler sadece kadınların dünyasına hürmet ve hayret etseler yeter. O da işte erkeklerin kadınlara üflediği nefes olur. Kadınlar, sürekli yıkılan dünyalarını o hürmet ve hayreti gördüklerinde yeniden kurmaya kudret bulurlar. Kadınların bu kudreti büyüsü korkutur erkekleri. "Kadınların büyücülüğü" dedikleri bu."
"Çölün ortasında savaşla orantısız bir cıvıltı kullanımı. Bu küçük, kırık dökük okul binası, en temiz hislerle çizilmiş neşeli bir çocuk resmi sanki. Bütün köy çöl ise, bu biçimsiz bina vaha. Kadın ve çocuk sesinden bir serap. ... Çöl yolunu yitirmiş, kuru erkeklerden oluşan bir şey, vaha kadınlardan kurulu sulak bir kalp."
"Kontrolün kimde olduğunu hiç unutmaması lazım. Kontrolün sizde olduğundan bir an şüphelenmeyin. Anlar. Hiç bir şey anlamazlar ama bunu anlarlar; erkekler gibi!"
"Ben kahraman istemiyorum. Kızımı istiyorum!"
"Kızın bu işte! Hoşuna gitmedi mi?!"
"Yeni değil, hep içimizi ezdi bu memleket. Çok alçakca bir haksızlıkla mağlup edilmiş bir yetimi sever gibi seviyoruz biz onu. Memleket de az değil hani, hiç sevilmemiş bir yetim kadar vahşi. Biz başını okşayıp sarılmak isteyince bir daha onu terk edemeyelim diye bizi yiyip bitirmek istiyor. Canımıza kastetmesi bundan. Ne ki ben bu memleketin dişimin kovuğuna bile gitmem. Daha mühimi, hiç bir sıvı kan kadar susatamaz insanı. Beni yese, bu sefer başkalarına ağzı sulanacak."
5) Kaybın Türküsü/Kıran Desai/Can
İlk defa bir Hintli yazarın romanını okudum. Bir ulusu anlamak için o ulusa ait yazarlardan okunan romanların önemli olduğuna inanıyorum.
"Biju onu büyük ihtimalle bir daha görmeyeceğini biliyordu. Bu işlerin böyle olduğunu bugüne kadar öğrenmişti. Birileriyle iç içe yaşıyor, derken bir gecede onları yitiriveriyordunuz; gölge sınıfı böyle bir hareketliliğe mahkumdu. İnsanlar başka işler veya şehirlere gidiyor, sınır dışı ediliyor, eve dönüyor, ad değiştiriyorlardı. Bazen birisi bir köşede veya metrode karşınıza çıkıyor, sonra yine kayboluyorlardı."
"Fakat kazanç, ancak milletler arasındaki uçurumlardan, birbiri aleyhine çalışarak devşirilebiliyordu. Üçüncü Dünya'yı Üçüncü Dünya olmaya mahkum ediyorlardı. Bose ve oğlunu alt mevkilere zorluyorlardı."
6) Kırmızı/Uwe Timm/Can
Almanya'da eski bir komünist olan cenaze hatibinin romanı. Politik mücadeleden ölen bir eski arkadaş, yasak bir ilişki romana tempo sağlıyor.
"...Bir bodrumda oturur ve tartışırdık, ağır basan anım bu: tartışmalar, konuşmalar, konuşmalar ve karşı konuşmalar, insanın niye böyle olduğu, nasıl böyle olduğu, nasıl başka türlü olabileceği, olanın nasıl böyle olduğu, nasıl başka türlü olabileceği,... geçmiş zaman kipiyle çok konuşulurdu, şimdiki zaman kipiyle konuşulurdu, ama özellikle gelecek zaman kipiyle konuşulurdu. Oysa bugün hep andan söz ediliyor. ..."
"... şu anki durumumuzda, nasıl söyleyeyim, ondan bir teşvik gelmiyor, sevgiyi oluşturan şeyleri canlı, yani haz verici tutmak için bir teşvik gelmiyor, sonuçta duygular konserve edilebilir şeyler değil, aksine canlı varlıklar gibi onlar da soluk alıyorlar, osijenlerini bulmak için açığa çıkmaya ihtiyaçları var."
7) Sonsuza Kadar/Susanna Tamaro/Can
İnzivaya çekilmiş bir doktor. Roman kurgusunda hem kır yaşamı ve metropol yaşam ve insan hem de bu inzivaya çekilmenin nedenine iniyoruz romanda.
"Neden yıllarca dondurucu soğukta, yalnızlık içinde, rahat olmayan bir ortamda, birkaç turp ile iki lokma peynir üreteceğim diye, üstüne üstlük yanınızda bir kadın olmadan, seks yapmadan yaşadınız ve nasıl oluyor da hala mutlu olduğunuzu iddia ediyorsunuz? Bu kendi kendinize bir martaval."
"Ben de ona bir soru sordum: "Siz ısıtılan bir evde yaşıyorsunuz, cep telefonunuz, internetiniz, bir yığın arkadaşınız, istediğiniz kadar yiyeceğiniz var; canınız istedikçe seks yapıyorsunuz; peki mutlu musunuz?"
8) Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan/Demet Altınyeleklioğlu/Remzi Kitabevi
1. Dünya savaşı sonrası Kurtuluş savaşı öncesi İzmir ve Selanik'de geçen iki sevda öyküsü. İşgal öncesi dönemde bir Rum kızı seven bir Çanakkale şehit kardeşi genç.
688 sayfa olan romanı üç günde okudum bir çırpıda. Yazar sanki Dan Brown romanları gibi her bölümde bir merak içinde bırakıyor okuyucuyu.
"Öfkeyle 'bu son sözümdür' diyenler beni hep şaşırtmıştır. Hayatın, yolun ne bileyim her şeyin bir sonu olabilir. Ama söz bitmez. Sözün sonu olmamalıdır. Söz bitti mi, her şey biter."
"Ethem Bey'in gözlerine baktı. Hiç böyle bir şey görmemişti o güne kadar. Adamın gözlerinde kara ateşler yanıyordu sanki. Bir orman gibi tutuşmuştu Çerkez Ethem'in gözleri. Sanki onu da yakmak, ateşe vermek istercesine bakıyordu Cemil'e."
"Kayınpederi, Yunan derisini yüzse toprağını bırakıp gitmezdi. Nebile'yle ona kalınca Güllü de yanaşmazdı göçmeye. Hoş, Güllü he dese, onun içine sinmezdi iki ihtiyarla, gencecik bir oğlanı düşman eline bırakıp gitmek."
"Sen aptalsın Dimitris. Zamanın geçmiş senin. Iskartaya çıkmışsın sen. Artık insanlar senin gibi düşünmüyor, hayatı romantik bir serüven olarak görmüyor kimse. Gerçeklerin ve çıkarların peşinde insanlar."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder